34,2295$% -0.06
37,4890€% -0.42
44,8097£% -0.26
2.869,08%-0,60
4.900,00%-0,74
19.541,00%-0,74
2.608,53%-0,50
2087865฿%-1.48029
07 Ağustos 2024 Çarşamba
Günay Asya ülkesi Bangladeş Halk Cumhuriyeti 171.2 Milyon nüfusuyla dünyanın sekizinci büyük devletidir. Halkın %91’i Müslüman ve resmi dini İslam’dır.
Coğrafi olarak Myanmar ile Hindistan arasında Bengal körfezine sıkışmış ülke; siyasi olarak Hindistan, kültürel olarak Pakistan arasında çekişme konusudur. Zira ülke 1971’e kadar Pakistan’ın ‘Hint aşırı‘ “Doğu Pakistan” eyaleti idi. 1971’de özerklik isteyen bölgeyi Hindistan İngilizlerin desteğiyle işgal ederek ‘özgürleştirdi’. Kurulduğunda resmi adı Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti idIlıman iklime sahip muson ülkesinde insanlarının boyu kısa, ağaçları ise 100 metreyi aşmaktadır. Çay ve pirincin anavatanı Bangladeş, 2002 yılında plastik poşet kullanımını yasaklayarak dünyada bir ilke imza atmıştır.
Nüfus yoğunluğu açısında dünyanın önde gelen ülkeler arasında yer alır. Toplam 147.570 km kare yüzölçümüne sahip ülkede kilometrekareye 290-770 arasında kişi düşmektedir. Erken kalkanın darbe yaptığı Bangladeş siyasi istikrarsızlığın kol gezdiği bir kara parçasıdır. 1971’de gerçekleştirilen defacto durumun Başbakanı Muciburrahman’ın kızı Şeyh Hasina, 1996-2001 yılları arasında yürüttüğü baba mesleğini, 2009’da tekrar ele alarak bugüne dek getirdi. Demir yumrukla sürdürdüğü 15 yıllık baskıcı rejimini önceki gün 05.08.2024’te ülke geneline yayılan halk ayaklanmasına boyun eğerek sonlandırdı ve ülkeyi babasına hediye eden Hindistan’a sığındı.
Batılı kaynaklara göre Demir leydi Hasina ülkeyi yoksulluktan çıkarttı, büyük bir dönüşüm başlattı, başkent Dakka’da yeni yollar, köprüler, fabrikalar ve hatta metro hattı yaptırdı. Ancak ne var ki bu gelişmelerden sadece kendi partisi Avami Birliği’nden dar bir tabaka istifade edebilmektedir.
Şeyh Hasina iktidarı döneminde; insan hakları ihlalleri, yolsuzluk iddiaları, seçim şaibeleri, işçi grevleri ayyuka çıktı. 2009’da meydana gelen sınır muhafızları isyanında 57’si subay 74 kişi öldü, 152 asker idam, 150’den fazla asker de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Bengal’in dişi kaplanı demokratik(!) diktatör Hasina’nın halline sebep olan gösteriler 18 Temmuzda başladı ve üç hafta sürdü. Üniversite gençliğinin başı çektiği protestolar, kamuda istihdamın % 30’unu, 1971’deki bağımsızlık savaşına katılanların çocuklarına ayrıldığı sistemin kaldırılması taleplerinden ibaret barışçıl bir eylemlerdi. Muhalefetin desteği, hükümetin umursamaz tavrı ve güvenlik güçlerinin sert müdahalesi olayı ülke çapında bir isyana dönüştürdü.
Olayların fitilini ateşleyen Şeyh Hasina’nın bir basın toplantısında; “Özgürlük savaşçılarının torunları kotaları almazsa, Razakarlar’ın (Pakistan işbirlikçileri) torunları mı kotaları almalı? Benim sorum bu” beyanatı oldu. Zaten sistemini halkı özgürlük yanlısı ya da karşıtı olarak ayrıştırma üzerine kurmuştu.
Şeyh Hasina hükümeti, yaşanan olaylardan 2013’te yasaklanan Bangladeş Cemaat-i İslami ve onun öğrenci kolu olan Bangladeş İslami Çatra Şibir’i sorumlu tuttu. Bu grupları terör örgütler listesine ekledi. Sokaktaki göstericileri terörist olarak gördü ve öyle muamele yapılmasını istedi. Gösterilerde net rakam belli olmamakla beraber çoğu üniversiteli genç en az 350 kişi öldü ve 10 binin üzerinde gözaltı yaşandı.
Yaşananları BBC’ye değerlendiren Asya’da otoriter yönetimler üzerine araştırmalar yapan Oslo Üniversitesi’nden Dr. Mübaşir Hasan, durumu ‘düdüklü tencerenin patlamasına’ benzetiyor. Dr. Hasan açıklamasında; Bangladeş’in Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Rusya’nın bile altında olduğuna dikkat çekiyor.
Göstericiler Başbakanlık Ofisi ve başbakanın evini işgal ettiler, masa ve koltukları dışarı attılar. Hasina’nın babası ülkenin kurucu lideri Muciburrahman’ın heykellerini yıktılar. İktidar partisi Avami Birliğinin başkent Dakka’daki binasını da ateşe verdiler.
Cumhurbaşkanı Muhammed Şahabuddin Başbakanın istifa ederek yurt dışına kaçmasının ardından duruma el koydu; ordu komutanı General Waker-Uz-Zaman, askeri erkân, Cemaat-i İslami ve muhalefet liderleri ile görüşerek parlamentonun feshedildiğini, en kısa zamanda geçici hükumet kurulacağını, şiddetin sorumlularıyla ilgili soruşmalar açılacağını ilan ve taahhüt etti. İnternet erişim engelini ve sokağa çıkma yasağını kaldırdı.
Yaşanan sivil devrimin ardından tansiyon şimdilik düşmüş görünüyor. Ancak gençler bir oldubittiyle askeri yönetime veya Hasina tarzı sözde demokratik bir sisteme geçit vermeyeceklerini, yeni bir sistem kurmak istediklerini haykırıyorlar.
Olayların cereyan şekli ve neticeleri bana Tahrir meydanında gerçekleşen Arap baharının zirvesi 2011 Mısır devrimini hatırlattı. Orda da yaklaşık üç hafta sürmüş(25 Ocak-11 Şubat); 40 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek devrilmiş, ailesiyle beraber yargılanmış, hükümet, meclis, anayasa askıya alınmış, geçiş yönetimi Yüksek Askeri Konsey bırakılmıştı. Mısır’daki 31 yıllık OHAL kaldırılmıştı.
Ülkede, 2011-2012 parlamento seçimleri, Şura Konseyi ve Mısır başkanlık seçimleri yapılmış ve merhum Mursi Cumhurbaşkanı olarak seçilmişti.
Gazze’deki soykırım ve Hamas lideri savaşın kartalı, barışın güvercini İsmail Haniye’nin alçakça bir su-i kastle şehid edilmesi neticesi bir yay gibi gerilen Müslüman toplumlarda Bengal devriminin bir makes bulacağını düşünüyorum.Özellikle halktan kopuk, uluslararası toplantılarda lütfen kınamadan öte tepki veremeyen, fistan giyip caka satan, Yahudi banklarındaki servetleriyle rehin alınan petro-dolar manyağı Arap şeyhleri, ilkbaharlarını ufak sıyrıklarla atlatmış olabilir ama bu son baharları hazana dönebilir.
Batılı başkentlerdeki kampüs eylemleri bunun ipuçlarını taşıyor gibi.
Haa buradan bizim soros fonlu, gökkuşağı ittifakı, gezici tosuncuklar bir hayale kapılmasın, kıyas maal fark. Bengalde devrim; sizin hayaliniz, fonlanmış, halksız, halk cumhuriyetine yapıldı.
Ahmet Gürbüz ( yerelkocaeli.com)
“Vatan için ölmek şeref ama yaşamak bir borçtur” der şair. İslami Direniş Hareketi (HAMAS) lideri İsmail Haniyye gerçek bir kahraman, adanmış bir mücahid ve muzaffer bir komutan olarak hem borcunu ödedi hem de dünya rütbelerinin en şereflisi ile rabbine kavuştu.
Bir mülteci kampında başlayan dünya sürgününü, başka bir gurbutte tamamlayarak, hayatın sahibine iltica edip, vatan-ı aslisine döndü.
Mülteci; iltica eden demektir, Arapça bir kelime. İltica ise sığınma, yönelme, dua etme manalarına gelir. Hukuki terminolojide bir ülke vatandaşının, başka bir ülkeye sığınıp, onlardan himaye istemesidir.
Haniyye de halkının ortak kaderine teslim olup, bir farkla ki; üstat Necip Fazıl’ın “öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” mısralarında olduğu gibi kendi topraklarında mülteci olur.
Namık Kemal Vatan Mersiyesi’nde;
“Bu vatandır dağıtan âleme ilm ü edebi
Bundadır Beyt-i Harem, Mescid-i Aksâ-yı Nebî
Ne belâ çektik ise hep bu vatandır sebebi” diye şekavet eder.
İsmail Haniyye, bir kahramanı yetiştiren; sürgün, zindan, işkence, takip, su-i kast ne varsa hepsini yaşadı. Ateşte kızartılıp, çekiçle dövülen çelik misali. Ailesinin hedef alınıp, füzeyle vurulduğu haberini aldığındaki vakarı, tevekkülü, teslimiyeti sarsılmaz imanının tezahürüdür. Akabinde yapmış olduğu değerlendirmede; “benim çocuklarımın kanı, diğer şehitlerin kanından daha değerli değildir” demesi onun liderliğinin kalibresine işaret eder.
Rahmetli Es’ad Coşan Hocaefendi bir konferansında Filistinli çocukları örnek gösterir; “Bakın, Filistinli çocuklarla niye başa çıkamıyorlar? Hepsi lider.” Şartlar kendi kahramanlarını yetiştirir. On yıllar boyunca Filistinli çocuklar, sapanlarla tam teçhizatlı Siyonist askerlerin karşısına dikilip, korkusuzca ülkelerini savundular.
Filistin halkı kendisini Mescid-i Aksanın bekçileri olarak görüyor. Osmanlının kendilerini bunun için görevlendirdiğine inanıyorlar. Zira ana karadan son koparılan vatan toprağıdır Filistin.
Aksa tufanı ilk başladığında bir kısım aklı evveller, bu yapılan intihar, bu bir ahmaklık, sivilleri rehin almak ahlaki mi? diye itirazda bulunmuşlardı. Ben o zaman da yazmıştım bu farklı bir durum, bu bir dönüm noktası olacak diye.
10 ayda Siyonistler %70 i kadın ve çocuklar olan 40 bin kişiyi şehit etti. Gazze’nin şehirlerini yaktı yıktı, okulları, hastaneleri, ibadethaneleri bombaladı, insani yardımları engelledi, akıl almaz zulümler işledi ama ne halkı dize getirebildi, ne de Kassam Tugaylarını ele geçirebildi.
Oysa Aksa Tufanı İsrail’i birbirine düşürmeye, batılı destekçilerinin itibarını yerlerde süründürmeye, küfrün merkezini temellerinden sarsmaya devam ediyor.
Daha önce de Hamas liderlerine su-i kastlar oldu. Kurucu liderleri Şeyh Ahmet Yasin’i, ilerlemiş yaşına ve tekerlekli sandalyeye mahkum etmelerine rağmen, F16’dan ateşlenen füzeyle vurdular. Bu kayıplar katillerin hesabının tersine, tabanın pekişmesine ve direnci artmasına, içte ve dışta direnişe desteğin çoğalmasına vesile oldu.
Haniye de şehadetiyle son görevini bi hakkın yerine getirmiş ve düşmanlarını köşeye sıkıştırmıştır. Bu cinayet bardağı taşıran son damla olmuştur. Netanyahu gibi birçok destekçisinin de sonunu hazırlamıştır. İki devletli çözüm için hiç olmadığı kadar büyük bir adım atılmasına zemin hazırlamıştır. Artık buradan geriye dönüş olmaz.
Burada, Filistin gönüllüsü, eli kolu bağlı bir şey yapamayıp, bari sosyal medya da paylaşım yapayım diyen arkadaşlara ufak bir uyarım olacak. Paylaşım yaparken biraz dikkatli, biraz seçici olalım lütfen. Zira karşı taraf psikolojik harp taktiklerini çok iyi kullanıyor. Kardeşlerimizi tükenmiş ve çaresiz, İsrail’i muktedir, muzaffermiş gibi gösteren paylaşımlara karşı uyanık olalım.
Direnişi ve direnişin liderlerini değersizleştirmek için yapılan kara propagandalara itibar etmemeliyiz. Merhum Haniyye halkın %70’inin teveccühünü kazanmış Filistin Başbakanıydı.
Bir de başa dönecek olursak, Gazzeli kardeşlerimize daha çok yardımcı olmak için bizim akıl ve ruh sağlımızı korumamız lazım.
Bu kabilden olarak, İsrail tarafından ülkemize ve devlet büyüklerimize dönük havlayan kuduz köpeklere çemkiren nesebi gayr-i sarih bazı gazeteci ve siyasetçi bozuntularına, tasmaları onların elinde olduğu için bir şey demiyorum ama Haniyye’nin vefatından sonra ırkçı paylaşımlar yapan vicdansız ve beyinsiz zevata iki tavsiyem olacak. Gidin biraz tarih okuyun demeyeceğim, o külfete katlanamazlar. Bir; Çanakkale şehitliğine gidin ve Gazzeli şehitleri sayın, bir de en yakın sağlık kuruluşuna gidin ve bir kan testi yaptırın.
“Cihan vatandan ibarettir, itikadımca” Yahya Kemal
Baş Döndüren Diplomasi
“Bu insanlar dev midir Yatak görmemiş gövde midir” der rahmetli Cahit Zarifoğlu ‘Yedi Güzel Adam’ şiirinde.
‘Coğrafya kaderdir’ tespitine tarihi de eklemek lazım. Coğrafyanın yüklemiş olduğu sorumluluklar gibi tarihin de biçmiş olduğu roller vardır.
Türkiye’nin tarihi misyonu ve aktüel vizyonu coğrafi konumuyla bütünleşince bölgesel liderlik ve küresel aktörlük fonksiyonu kaçınılmaz olmaktadır. Öyle ki; “ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin” ötesi yok. Durumun farkında olan harici düşmanların, dâhili bedbaht piyonları, bir takım istihbarat oyunlarıyla bu durumu sabote etmeye çalışsalar da, gemi limandan kalktı bir sefer. Önceki yazılarımda değinmiştim; dış politikada başarı yakın komşularla iyi ilişkilerle ölçülür. Bu olguyu pekiştirecek en güzel örnek, Türkiye’de seçilen liderlerin ilk yurtdışı ziyaretlerine Kuzey Kıbrıs’la başlayıp, Azerbaycan’la devam etmeleridir. Sınır komşularımızın birçoğunun varoluş doktrinlerinin Türkiye düşmanlığı üzerine kurulu olduğunu da bir kenara not edelim.
Aylar, seneler süren bölgemizdeki krizler ve savaşlar dünya gündeminin ilk maddelerini işgal etmektedir. Hatta öyle oluyor ki yeni doğan bir kriz eski krizleri unutturuyor. Çok geriye gitmeye gerek yok; enerji krizi, tahıl krizi, Ukrayna savaşı, Gazze katliamı, Bab-ul Mendep, yemen, vekil savaşçılar, misilleme krizleri… Bölgesel bir savaşa meydan verir mi diye yüreğimiz ağzımızda, nerede duracağı kestirilemeyen bu sorunlara sınır güvenliği ve terörle mücadelemizi katmıyorum. Suriye, Doğu Akdeniz, Libya ve Karabağ’ı da siz ekleyin.
“Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader”. Nasreddin Hoca’nın hesabıyla dünyanın merkezi burası, burada yaşananlar burada kalmıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilerleyen yaşına rağmen ramazanda yürütmüş olduğu yoğun siyasi çalışmaların ardından partisi ilk defa bir seçim yenilgisiyle yüzleşti. Gerekli değerlendirmeleri yapıp, kızmadan, küsmeden, nerde kalmıştık diyerek millet yolunda azimetine aynı tempoyla devam ediyor. Dışişleri Bakanı Fidan ve MİT Başkanı Kalın’ın son 10 günde kat ettiği mesafeyi hesaplamak mümkün değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bayramın hemen akabinde Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde Hamas lideri İsmail Haniye ve beraberindeki heyeti kabul etti. Aynı günlerde İstanbul’da bulunan Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükri ile de bir görüşme gerçekleştirdi. İki görüşmenin de odak noktası tahmin edileceği gibi misilleme tartışmalarıyla gündemden düşen Gazze’deki katliam, insani kriz ve akamete uğrayan ateşkes görüşmeleri.
Türkiye, 45 bin tondan fazla insani yardım ve İsrail’e ticari yaptırım uygulayan ilk ülke. Yardımların yeterli ve kesintisiz ulaştırılması, adil, acil ve kalıcı ateşkesin sağlanması konusunda yapılması gerekenler istişare edildi. Verilen fotoğraf her şeyden önce Hamas’a duyulan güven ve samimi desteğin dosta düşmana ilanıdır.
Türkiye’nin bölgede nihai barışı sağlamak için önerdiği formül belli: 1967 sınırlarında, başkenti Kudüs olan bütünleşik Filistin devleti.
Türkiye’nin diplomatik gayretleri Gazze’yi dünya gündeminin en önemli maddesi halinde tutmakta, İsrail’i uluslararası arenada izole etmekte ve vahşetin en büyük destekçilerine itibar kaybettirmeye devam etmektedir. Bu konuda alınan yolu görmemek, gelinen noktayı ketmetmek ancak zübük siyasetin harcıdır ve soykırımcının ekmeğine yağ sürmektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün neredeyse kabinenin yarısını yanına alarak, tabiri caizse Irak’a çıkarma yaptı. İçişleri, Dışişleri, Milli Savunma Bakanlarının da içinde olduğu sekiz bakanla beraber, iletişim başkanı ve Dış Politika Başdanışmanıyla günübirlik bir ziyaret için Bağdat’a uçtu. Bağdat temaslarının ardından da aynı gün Erbil’e geçerek Kuzey Irak Özerk Yönetimi ile bir araya geldi.
Erbil ziyaretinin sonradan programa eklenmesinin müjdeli bir habere mebni olduğu kanaatindeyim. Erdoğan’ın Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkilerin gelişimine katkı sunması, Irak petrolünün tekrar Türkiye’ye akmasının yolunu açacaktır. Gazze ve güvenlik konularının ana gündem olduğu görüşmelerde; terörle mücadele, ekonomi, ticaret, enerji, ulaştırma, çevre, sınır aşan sular, sağlık, eğitim gibi pek çok alanda 26 anlaşmaya imza konuldu, müzakerelerin devamı ve takibi için ortak daimî komiteler kuruldu.
Bu ziyarete Irak tarafı çok önem veriyordu. Yapılan antlaşmalar ve alınan kararlar açısından bizim için de oldukça verimli bir ziyaret oldu. Türkiye terörün kökünü kazımak için zaten bir hareket planlıyordu, onun hukuki zemini tesbit edilmiş oldu.
Gezinin en flaş başlığı şüphesiz Kalkınma Yolu Projesi Anlaşmasının imzalanması oldu. Lidyalılar zamanında yapılan tarihi ‘Kral Yolu’ güzergâhıyla örtüşen “Yeni İpek Yolu”; Türkiye, Irak, Katar ve BAE arasında, ülkelerin ticaretini canlandırmayı hedeflemektedir. Proje Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği Şattülarap’ta, Basa Körfezinin Faw Limandan başlayıp, Irak’ı boydan boya aşarak Ovaköy’den Türkiye’ye ulaşacak. 1200 km kara ve demir yolunu kapsayan 17 milyar dolarlık projenin 2029’da tamamlanması planlanmaktadır.
Türkiye’de denizle buluşacak olan proje ülkemizin stratejik konumunu artırırken, bölge devletlerinde ekonomik katkının yanında barış ve kardeşliğe, kültürel enformasyona da hizmet edecektir.
31 Mart Pazar günü gerçekleşen Mahalli İdareler Genel Seçimleri yurdun dört bucağında büyük bir olgunluk ve huzur içinde tamamlandı. YSK verilerine göre; 34 siyasi partinin katıldığı, 61 milyon 441 bin 882 kayıtlı seçmen için, 207 bin 848 sandık kuruldu. Katılım, diğer seçimlere kıyasla biraz düşse de ortalama yüzde 78,50 civarında gerçekleşti. Bu rakam Avrupa ortalamalarının çok çok üstünde bir rakam.
Sandıkların kapanmasında birkaç saat sonra seçimin renginin belirlenmesi, 12 saat geçmeden gayr-ı resmî sonuçların açıklanması, ülkenin kurumlarına olan güvenin ve demokratik olgunluğun göstergesi açısından oldukça kıymetlidir. Ayrıca muhalefet liderinin ve Sayın Cumhurbaşkanının seçim değerlendirmelerinde vermiş oldukları mesajlar da bu olguyu pekiştirmektedir.
Bizde, her seçimden sonra bir klasik haline gelen; ‘koyun’ muhabbeti, oylar çalındı, kediler trafoya girdi, elektrikler kesildi, şu kadar boş oy pusulası bulundu vs olurdu, bu seçimde bunları hiç işiten oldu mu? Niye, ne değişti kazanandan başka.
Küresel ısınmadan dolayı kediler bu mart sokağa çıkmadı, koyunları da biraz erkence davara saldık bu seçim.
Konuya mini bir hikâyeyle açıklık getireyim.
Köyün birinde harmana bir hırsız dadanmış. Ama bu hırsız çalmıyor, her gün bir harmanı yakıyormuş. Köylü bir tedbir düşünmüş ve köyün avaresini bekçi tutmuşlar. Akşam olmuş, bekçi evde, harmana gitmemiş. Eşi çıkışmış, niye görevinin başına gitmiyorsun, harman yanacak diye. Adam kendinden emin, rahat ol hanım, ben buradayken harmana bir şey olmaz demiş.
Seçimleri sonuçları üzerinden tartışmayacağım. Zira içerde ve dışarda beklenenden daha büyük makes buldu ve uzun süre de konuşulmaya devam edecek gibi.
Son zamanlarda yazılarımı seyrekleştirmiştim. Bunun önemli sebeplerinden biri, Gazze’yle ilgili yakıcı günden devam ettiği müddetçe başka konular, özellikle iç politika yazmamayı düşünüyordum. Ancak Gazze gündeminin yayılma eğilimi, Türkiye’yi içine çekme, hatta seçim sonuçlarını etkileme potansiyeli sebebiyle değerlendirmek istedim.
Ak Parti 22 yılın sonunda ilk defa geriye düşmüş, Ana Muhalefet Partisi az farkla da olsa öne geçmiş bulunuyor. Bu sonuç birçok kesimde şaşkınlığa sebep olurken, CHP tabanını şoke etmiş olmalı. Çünkü üst yönetimi de dahil kimse böyle bir başarı beklemiyordu. Buna hazır olduklarını da zannetmiyorum, hazmedebileceklerini de. Zira turpun büyüğü heybede netekim.
Ortada analistleri yanıltan, birçok anketörü şaşırtan bir manzara söz konusu. Evet, her şeyden önce bu bir yerel seçim; mahalli dinamikler, bireysel performanslar ön planda olması lazım. Ama başta İstanbul örneği bunu bozuyor. Terörün temsilcisi Dem partiyle ittifak, bavullarla taşınan şüpheli paralar, adayın vaatlerini bırakın yerine getirmesi; lakayt bir şekilde hatırlamıyorum demesi, karşısında iddialı projeleri olan, tutarlı bir adaya rağmen oyunu artırması, siyaset biliminde yeni bir sayfa açacağa benziyor.
Adaylarını yapay zekayla seçen partinin, seçmenini de yapay zekayla yönlendiriyor olması ihtimalini akla getiriyor. Vaziyet bir sosyal deney laboratuvarını çağrıştırıyor.
Ak Parti tabanı zaferlere tok. Onun için sandığa bile gitmemiş. Bir kısmının da küskün olması muhtemel.
Muhalif seçmen ise son iki seçimde ümitlerini törpüleyip, zafer açlıklarını tatmin etmek istiyor. Bu da onlara bir hırs ve zindelik sağlıyor.
Görünen o ki değişimin kerameti CHP tabanına yaramış ve Türk seçmeniyle aradaki buzları eritmiş.
Propaganda döneminin önemli başlıklarından birisi de İsrail’le ticari ilişkilerle ilgili iddialardı. Tartışmanın iyi yönetilememesi belli bir kesimi etkilemiş, tabanda gevşemeye sebep olmuş gibi.
Bu konuyu maddi olarak da siyasi açıdan da istismar etmek, adice ve ahlaksızca bir yaklaşımdır. Bunun altını çizelim.
Hükumetin resmi ağızla her şeyi açıklıkla konuşması mümkün olmayabilir. Ancak konuyla ilgili kurumların, adı geçen STK’ların sessizliği millette tereddüt oluşturdu. Yoksa Sayın Cumhurbaşkanının bu konuda ne kadar hassas ve samimi olduğu kamu alemin malumudur.
Gazze’ye insani yardımların BMGK kararlarına rağmen İsrail kontrolünde sokulabildiği bir ortamda, Gazze dışında işgal altındaki Kudüs ve Batı Şeria bölgesindeki Filistinlilerle yapılan ticaretin de İsrail gümrüklerinden geçtiği gerçeğini göz ardı etmek ne mümkün. Kaldı ki son TÜİK verilerine göre İsrail’e ihracat yüzde otuz gerilemiştir.
Ayrıca yıllarca biz İsrail’le diplomatik ilişkileri sıfırladık, aynı şekilde Mısır’la da. Bu dönemde oradaki kardeşlerimizle büsbütün irtibatlar koptu. Oysa bu tutumu da o günlerde aynı kesimler eleştirmekteydi.
Bütün bunların üstüne ilk tepki ve tebriklerin İsrail’den geldiğini de bir kenara not edelim.
Mevcut tablonun başkaca bazı sebepleri de olabilir; ekonomi, aday tespitleri, bürokratik atamalar gibi. Vakıa; seçmen böyle bir tercihte bulunmuş, hoşnutlukla kabullenmek lazım.
Millet öyle hassas bir terazi kurmuş ki; muhalefet erken seçim dahi isteyemiyor. İnce bir mesajla yerel seçimle genel seçimin karıştırılmamasını ihtar ediyor.
Hep söylenir ‘Türkiye’nin bir muhalefet sorunu var’ diye. Ak Parti muhalif kodlara sahip, hak ve adalet arayışıyla bugünlere gelen bir hareket. Bu seçim sonuçlarıyla Ak Parti kendi muhalefetini de kendi eliyle inşa ediyor. Buradan da 2028 seçilerine bir yol aralıyor.
Siyasetin duayen isimlerinden nakledilir; “İktidarın şöyle bir kuralı var: Siyasetle yönetime gelen siyasetle gider, ekonomi ile gelen ekonomi ile gider, ancak ilimle gelen muktedir olur, payidar kalır.”
Daha önce “Bu benim final seçimim” diyen Sayın Cumhurbaşkanına, 17 Mart’ta MHP Kurultayında Devlet Bey; “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın”, diye bir çağrıda bulunmuştu. Bir sonraki dönem için yeniden aday olmasını istemişti. Tabi bunun için belli gerekliliklerin de olması lazım.
Naçizane kanaatim, ‘hitamuhu misk’ kabilinden, rahmetli Özal’ın tecrübelerini de hatırda tutarak, halefinin yolunu açıp, partinin kurumsal tekamülüne ön ayak olmasının, devlet ve milletin maslahatına daha münasip olduğudur.
Allah-u a’lem bi-s savap.
İsra ve Miraç Kuran, sünnet, İcma ile sabit hak ve gerçek bir olaydır. Peygamber Efendimiz’in en bariz, en parlak ve en büyük mucizelerinden biridir. Fizik üstü ve algı dışı olması sebebiyle iman ile inkâr arasında bir boşluk bırakmamıştır.
O gün de iman edenler kabul etmekte tereddüt etmediği gibi, müşrikler de ikna oldukları halde tasdik etmeye yanaşmamışlardı. Aynı şekilde bu gün de fizik, fen, astronomi ve uzay araştırmalarındaki gelişmeleri takip edip, takdir eden pozitif akıl, isra ve miraç olayına gelince bocalamaktadır.
“İnen yıldıza/peyderpey inen Kur’an’a andolsun ki arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve (batıla inanıp) azmadı da.
O arzusuna göre konuşmaz.
O(nun sözleri/hükümleri ilhamdan) vahiyle bildirilenden (ve vahye uygunluktan) başkası değildir.*
…
(Peygamber’in gözünün) gördüğünü kalb(i) yalanlamadı.
Onun gördükleri hakkında tartışıyor musunuz?
Andolsun ki onu (Cebrail’i), diğer bir kere (Mi’râç’tan dönüşte) Sidre-i Müntehâ’nın (yedinci semanın) yanında gördü.**
O Cennetü’l-Me’vâ (takvâ sahiplerinin ve şehitlerin ruhlarının barındığı cennet) de onun yanındadır.
O (gördüğü) zaman Sidre’yi, onu bürümekte olan bürüyordu.
(Peygamber’in) göz(ü gördüğünden) kaymadı ve sınırı aşmadı.
Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden (delillerinden) bir kısmını gördü.”(Necm 1-18)
İsrâ; gece yürümek, yola gitmek, gece yolculuğu etmek, ettirilmek demektir. O gece Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Kudüs’e Beytullah’tan Beytülmakdis’e Cebrail (as) refakatinde özel bir binitle götürülmesidir.
Mirac ise; yükselme veya yükseğe çıkış aracı demektir. Allah Rasulü’nün Kudüs’ten Cebrail ile birlikte semanın katmanlarını aşarak, Sidretü’l-münteha’ya ulaşması ve Allah cc ile mülaki olup doğrudan vahiyler almasının adıdır.
İsrâ ve Mirac hadisesi nübüvvetin on ikinci yılında, hicretten bir yıl önce, Recep ayının yirmi yedinci gecesinde vuku bulmuştur.
Peygamber Efendimiz’in bu mucizesinin ruhen mi yoksa bedenen mi olduğu yada uyku halinde iken mi gerçekleştiği yönünde tereddütler oluşmuşsa da ulemanın kahir ekseriyeti hem ruhen hem bedenen olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Taberî ve Müslümanlardan büyük bir cemaat; hatta sonraki fakihlerden, muhaddislerden, kelamcılardan ve müfessirlerden pek çoğu da bu görüştedirler. Rüya halinde gerçekleşmiştir diyenlere kulak versek bile Peygamberlerin rüyalarının vahiy hükmünde olduğunun bilinmesi gerekir, kendilerinin gözleri uyusa da kalplerinin uyumadığı mâlûmdur.
Allahu Teâlâ Peygamberine hem büyük müjdeler vermek ve kalbini ferahlatmak, hem de nübüvvetini teyid ederek onu daha büyük sorumluluklara hazırlamak için, böyle ulvi bir yolculuğa çıkardı. İnşirah Suresi’nde anlatılan göğsünün yarılması ve kalbinin zemzem suyu ile yıkanıp, içinin iman ve hikmetle doldurulup kapatılması bu yolculuğun arefesinde gerçekleşmiştir.
“Kulunu (Muhammed as) bir gece Mescid-i Haram’dan (alıp) Mescid-i Aksa’ya kadar götüren (Allah’ın şânı, her türlü noksanlardan) münezzehtir. (O Mescid-i Aksâ’ya ki) biz, onun etrafına, bereket verdik.(Bu gece yolculuğunu) ona (o kulumuza), âyetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki, O, (asıl) O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla görendir!”
‘Etrafını mübarek kıldığımız’ diye vasfedilen Mescid i Aksa’dan başlaması bu yolculuğun oranın değerine, tevhid mücadelesindeki konumuna atıftandır. Zira bu bölge bütün peygamberlerin uğrak yeridir. Necm Suresi’ndeki ayetlerle bu ayet i kerimeyi birleştirdiğimiz zaman, Rasul’ün bu büyük buluşmada gördüğü ayetleri bize aktarması ancak kendi dilinden rivayet edilen hadis i şeriflerle mümkün olacaktır.
O gece ‘kader yazan kalemlerin gıcırtısını duyacak kadar’ yaklaştırdı Allah Rasul’ünü ve vahyetmek istediğini istediği gibi vahyetti.
İbn Abbas (ra)’dan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (as): “Ben, Yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur.
Yüce Allah, İbrahim (as)’ı haliliyet ile, Musa (as)’ı kelamı ile, Muhammed (AS)’ı da rü’yetle mümtaz kılmıştır.
İbn İshak’ın, Ebu Saîd el-Hudrî (ra)’den rivayet edilen hadis i şerifte aktardığına göre, Peygamberimiz (AS) buyurmuştur ki: “Beytü’l-Makdis’te olanlardan boşaldıktan sonra, Mirac’a götürüldüm. Ben, şimdiye kadar, ondan daha güzel bir şey görmedim. O, öyle bir şeydir ki; ölünüz, ölüm anında gözlerini ona diker! Âdemoğullarının ruhları, göklere onun üzerinde çıkarılır!”
İbrahim (as), Peygamberimiz (as)’a: “Ümmetine benden selam söyle! Onlara emret! Haber ver de, Cennete fidan dikmeyi çoğaltsınlar! Çünkü Cennetin toprağı güzel, suyu tatlı, arzı da geniş ve düzlüktür!” dedi.
Peygamberimiz (as): “Cennete dikilecek fidan nedir?” diye sordu.
İbrahim (a.s): “Cennete dikilecek fidan ‘Sübhânallâhi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber’dir.” dedi.
Yani: “Allah her noksandan münezzehtir. Bütün övmeler, övülmeler Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Allah, en büyüktür! Bütün güç, kuvvet, ancak Allah’ındır, Allah iledir!”
Mirac mucizesi, hicretten hemen önce, hüzün senesinin akabinde, Mekke’de ambargonun, işkencenin can almaya başladığı, zulmün had safhaya ulaştığı, Müslümanların bunalıp bir çıkış kapısı aradığı dönemde, Peygamber Efendimiz’e bir teselli ve inşirah olarak gelmişti.
Şimdi de böyle sıkıntılar Müslümanların yakasından düşmüyor. Biz de bu mübarek gece vesilesiyle rabbimize iltica edersek, onun rahmetine ve lütfuna yönelirsek, inşallah sahipsiz ümmete bir çıkış yolu gösterir.
Bu gece vahyolan şu ayet hürmetine:
“O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler).
Onlardan her biri:
Allah’a,
Allah’ın meleklerine,
Allah’ın kitablarına,
Allah’ın peygamberlerine inandı.
Peygamberlerin hiçbirini, diğerlerinin arasından ayırmayız! (Hepsine inanırız.)
Dinledik! (Emrine) itaat ettik!
Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz!
Son varış(ımız) ancak Sanadır!’ dediler.
Allah, hiçbir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını yüklemez.
(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi yararınadır. Yaptığı (şer) de kendi zararınadır.
Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup sorguya çekme!
Ey Rabbimiz! Bizden önceki (ümmet)lere yüklediğin gibi, üstümüze ağır bir yük yükleme!
Ey Rabbimiz! Tâkat getiremeyeceğimizi, bize yükleme!
Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla!
Bizi yarlığa! Bizi esirge!
Sen bizim Mevlâmızsın!
Artık, kâfirler güruhuna karşı da, bize yardım et!”
AMİN
*Peygamberimiz’e vahiyle bildirilenler Kur’an olup bunun dışındaki emir, nehiy, tavsiye ve ikrarları ise hadislerdir.
** Adı geçen Sidre-i Müntehâ, son ağaç demek olup madde âleminin ve onlara ait ilmin son bulduğu noktadır. Bundan sonrası Allah’ın gayb âlemidir.