Dün güne İsrail’in İran’ın nükleer çalışmalarını hedef aldığı saldırının şokuyla başladık. Şok diyorum çünkü sağlıklı bir devlet aklı, ortalama bir stratejik zekâ böyle büyük bir kumara tek başına karar veremez.
Ama Netanyahu yaptı. Yaptı, çünkü ‘benden sonrası tufan’ diyerek elindeki son kozu da oynadı. Şu denklemde İran’a saldırmak, Rus ruleti oynamaktan farklı bir şey değil.
İç siyaset açısından sıfırı tükettiği, dış dünyada her gün bir müttefikini kaybettiği, amentüsünün birinci maddesi Siyonizm’i körü körüne desteklemek olan ABD’nin bile tam desteğinden emin olamadığı bir ortamda, can simidi olarak sarıldığı bu saldırı, belki de Netanyahu için sonun başlangıcı olacak.
Neden mi?
Terörist İsrail’in yaklaşık iki yılda yaptığı soykırım ve mezalimle ilgili Madleen gemisinin dünya kamuoyunda uyandırdığı farkındalık Netanyahu’yu köşeye sıkıştırdı.
Madleen’in kelebek etkisiyle Kuzey Afrika ülkelerinde canlanan "Küresel Gazze Yürüyüşü" dünyanın dört bir yanında makes buldu. On binler Refah kapısına yürümek için Kahire’de toplanıyor. Bu da katil yönetimin asabını bozmaya yetiyor.
Pamuk ipliğine bağlı Netanyahu koalisyonu, Ultra-Ortodoks Yahudilerin Yeşiva öğrencilerinin askerlik sorunu yüzünden yıkıldı, yıkılacak.
Gazze’deki katliamın sponsoru ABD’nin barış vaatleriyle iktidara gelen başkanının çizilen karizması, Kaliforniya da başlayan ve diğer eyaletlere sıçraması muhtemel ayaklanmayı bastırmak için aldığı tedbirler yüzünden ayaklar altında sürünüyor.
Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya verdikleri kayıtsız şartsız destek nedeniyle hem birbirlerinin, hem de dünya halklarının yüzüne bakacak halleri kalmadı.
Bu sorumsuzluklarından dolayı, Rusya ne zaman nükleer kullanacak, 3. Dünya savaş ha çıktı, ha çıkacak diye dünyanın yüreği ağzında, hop oturup hop kalkıyor.
Bütün bu ahval ve şeraite rağmen Netanyahu, hiçbir küresel ve bölgesel riski hesaba katmadan petrol kuyusuna Molotof atar gibi bu çılgınlığı yaptı.
Kendi iktidarını uzatmak, dünyanın dikkatini Gazze’den başka yere yöneltmek ve bir de beyaz saraydaki sahiplerine rahat bir nefes aldırmak için bütün bu şizofrenik tavırlar.
Bu hamlenin dünya barışına etkisi, bölgesel krize katkısı, ekonomik çıktısı hiç biri umurlarında değil. Hedefleri, söyledikleri gibi uranyum zenginleştirme programı falan da değil. Öyle olsa devam eden müzakerelerin sonucu beklenir ya da sonlandırılırdı. Daha önce Irak’ta, Libya’da, Afganistan’daki gibi, bölgeyi kaos ve istikrarsızlığa sürüklemek.
Bu saldırının Cuma günü, Şiilerin Gadir-i Hum Bayramından bir gün öncesine denk getirilmesi ince bir hesabın neticesi.
En önemli soru şu; ABD bu işin neresinde? Trump, ‘birlikte mi yaptınız’ sorusuna evet diyemedi, destekliyoruz dedi. Benim kanaatim, desteklemek zorunda kaldık demek istedi. Yemin etsem başım ağrımaz, Pentagon sadece bilgilendirilmiş, ya da bilgilendirmiştir.
Bu pervasızlığın temel sebebi İslam ülkelerinin dağınık, sahipsiz ve başıboşluğudur. Bu olaylar yaşanırken bir tarafta Trump’ın Gazze vizyonu, diğer tarafta Ortadoğu başkentlerindeki karşılanma sahneleri gözümün önüne geliyor.
Denklem şöyle kuruluyor; İsrail ABD’ye yaslanıyor, ABD bölgedeki piyonları kukla yöneticilere güveniyor, onlar da parayla kurdukları iktidarlarından güç alıyor. Halkı hiç hesaba katan yok. Oysa iktidarların gerçek sahipleri halktır. Bunu sözde demokrasi havarileri nasıl unutuyor acaba!
Ortadoğu’da bunun mümkün olmadığını düşünen arkadaşlara; orada okumuş, çalışmış, yaşamış birisi olarak 2011 Tahrir devrimi ve yasemin devrimini hatırlamalarını öneririm. Veya en yakın Suriye devrimini. Şartlar olgunlaştığı zaman bir bakmışız İsrail bile tarih olmuş.
Muhaberesiz muharebe olmaz.
Sözün tarihçesi ta Babür Name’ye kadar dayanıyor. Gençler için tercüme edelim; iletişim olmadan, savaş kazanılmaz. İletişim sığ kalıyor, tam karşılığı istihbarat olmalı. Yani askeri üstünlük, istihbari üstünlüğe bağlıdır. Bunun içine; istihbarat, karşı istihbarat, saha ajanlığı, elektronik iletişim, kamu diplomasisi, 5. Kol faaliyeti her şeyi katabilirsiniz.
İran’ın son bir yılda yaşadığı siyasi ve askeri kayıplarına, bugünkü operasyonun sonuçları da eklenince, konunun ne denli hayati olduğu gayet net anlaşılıyor.
İran’ın bunca yıllık devlet geleneğine rağmen, çok derin istihbarat açıkları olduğu ortada. Bu konuda hamasetten daha ziyade şeylere ihtiyaç var. Bundan bölge ülkelerinin de üzerine düşen dersleri çıkarması gerekir.
İran; özellikle 79 devriminden sonra, konjonktürel olarak kendini antiemperyalist ve anti Siyonist bir düzlemde konumlandırdı. Buna rağmen istihbari manada bu kadar defekt veriyorsa, ülkemizi bu manada kıyaslamak bile istemem.
İsrail bu kara deliği kendi namına iyi değerlendirmiş maalesef. Ancak bu çapta bir operasyonu tek başına yapmadığı da sır değil. ABD bilfiil işin içinde olmasa bile, çok ciddi lojistik ve istihbari destek verdiği kesin.
Hülasa; Siyonist rejimin bölgede bu fütursuz ve mütecaviz hareketleri ilk değil, son da olmayacak. Her sorumsuz hareketi, bölge halklarının öfke ve kinini bir kat daha artırıyor, bilinçlenme ve bilenmelerine zemin hazırlıyor.
İran’a karşı görece teknik ve iletişim üstünlüğü olabilir, ama pers halkının tarihi, kültürel geçmişinin yanında pek de bir değer ifade etmez. Rüzgâr kayadan ne götürebilir ki. Bu ekilen fitne rüzgârlarının dalga dalga tufana dönüp, İsrail’e yağması yakındır bi avnillah