41,2258
48,6190
56,2485
4.982,41
8.114,00
79.718,48
11.008,22
4772801
Yarın okullar ilk ders zilini çalacak…
Çalmasına çalacak da, ben eskiden her mahallede üç beş tane olan, bir sırada üç kişi oturduğumuz eski okullarımızı özledim.
O daracık sıralarda omuz omuza verip hem yazdık hem güldük hem de birbirimizin defterine göz ucuyla yardım ettik. Orada sadece eğitim yoktu; dostluk vardı, yardımlaşma vardı, “yanındayım” hissi vardı. Şimdi sıralar tek kişilik…
Ama bilin bakalım ne eksik? İnsan eksik. Yanındakine kalem uzatmak bile “izinli davranış” oldu. Sıra arkadaşlığı, artık sadece nostaljik bir kelime.
Ben aslında kırtasiyelerde kitap almak için girdiğimiz o uzun, sabırsız ama heyecanlı sıraları özledim. Kitap kokusunu ilk defa orada tanıdık, kapaklarını açarken “bu yıl neler öğreneceğiz” diye hayal kurduk.
Şimdi Bakanlığın ücretsiz kitapları sıralarda bizi bekliyor…
Bekliyor da ne hikmetse hiçbir okul o kitapları okutmayı pek tercih etmiyor. Öğretmen “onu geçin, fotokopi vereceğim” diyor, öğrenci “internetten bulurum” diyor. Kitap orada ama ruhu yok. Sayfa var ama saygı yok. Bilgi var ama bağ yok.
Ben iki işte çalışmak zorunda kalsa da bunu bize hiç yansıtmayan, sabah göz altları mor ama sesi dimdik çıkan öğretmenlerimizi özledim.
Her birimizin ruhuna ayrı ayrı dokunan, sadece ders değil hayat öğreten o güzel insanları… Matematikte işlem hatası yapınca değil, vicdan terazisinde şaşınca uyarırlardı bizi. “Ben sizin öğretmeninizim ama aynı zamanda yol arkadaşınızım” der gibi bakarlardı.
Şimdi öğretmenler de sistemin yükünü sırtlamış, müfredatın peşinden koşarken öğrencinin ruhu arada kaynıyor. Ruh şekillendiren değil, sınav kazandıran öğretmenler reva görülüyor artık. Oysa biz, bize inanan bir çift gözün neler başardığını gördük zamanında.
Ben okul bahçesindeki taşlı yolları, teneffüslerde ip atlayanları, misket oynayanları, simit pazarlığı yapanları özledim.
Zil çalınca sınıftan fırlayıp “ilk sırayı ben kapacağım” diye kantine koşan çocukları… Bahçede top oynarken cam kırılınca hep birlikte “rüzgâr yaptı hocam” diye savunma hattı kuranları…
Şimdi bahçeler sessiz, çocuklar telefon ekranında kaydırma yapıyor, misket yerine parmak kayıyor. Teneffüs dediğin artık sessizlik molası gibi. Oysa biz bahçede büyüdük, düşe kalka öğrendik, dizimiz kanarken bile gülmeyi bildik. Şimdi dizler temiz ama ruhlar yorgun.
Ben eski samimiyeti özledim.
Öyle elektronik kartların okutulduğu, güvenliklerin telsizle “giriş onaylandı” dediği şaşalı okul kapıları yerine…
İki nöbetçi öğrencinin kapıda karşıladığı, “hangi sınıfa geçeceksiniz?” diye sorup gideceğimiz yere kadar refakat ettiği yılları özledim. O kapılardan geçerken kimlik değil, tebessüm gösterirdik.
Şimdi okul girişleri havaalanı gibi; turnikeler, kameralar, kartlar… Ama ne hikmetse güvenlik arttıkça güven duygusu azaldı. Oysa biz, okulun kapısından içeri adım atınca kendimizi emanet hissederdik. Şimdi kart okutuluyor ama gönül okunmuyor.
Ben siyah önlükleri, mavi takım elbiseli çocuklarımızı özledim.
Herkesin eşit göründüğü, fakirin de zenginin de aynı kumaşla okula geldiği günleri…
Şimdi öyle mi? Kız çocukları makyajsız okula gitmiyor, erkek çocukları marka yarışında. Giyimde sınırsızlık, ahlaki değerlerimizi top güllesi gibi yıkıyor. Eskiden okul kıyafeti bizi birleştirirdi, şimdi ayrıştırıyor.
Oysa biz, önlüğün altındaki kalbi görmeyi öğrendik. Şimdi gözler dış görünüşe takılıyor, ruhlar arka sırada unutuluyor. Eğitim dediğin sadece bilgi değil, aynı zamanda terbiye, saygı, ölçüydü. Şimdi ölçü kayboldu, sadece gösteri kaldı
Eğitim sadece bilgi aktarmak değil, bir ruh inşa etme işidir.
Öğretmenler, lütfen çocukların kalbine dokunmayı unutmayın; müfredat geçer, ama bir öğrencinin size duyduğu güven kalır.
Aileler, çocuklarınızı sadece başarıya değil, insanlığa hazırlayın; çünkü diploma değil, duruş hayatta yol açar.
Sevgili öğrenciler, unutmayın ki en kıymetli şey, kendinize kattığınız ahlaktır. Siyah önlükler gitti belki ama saygı hâlâ giyilebilir.
Zil çalıyor, evet… Ama bu kez sadece ders için değil, yeniden hatırlamak, yeniden inşa etmek için.
Hep birlikte, yeniden o samimiyeti bulmak dileğiyle.
Sağlıcakla kalın..
Abdullah Çalık
Bir Kalem, Bir Şehir, Bir Direniş: Güngör Arslan’ın Ardından