40,2514$% 0.11
46,8995€% 0.43
4.340,47%1,02
7.048,00%0,99
28.105,00%0,99
3.355,60%0,96
4804590฿%1.94438
16 Temmuz 2025 Çarşamba
İzmit’te kaldırım nedir?
Yayaların hayal ettiği ama arabaların sahip çıktığı yer.
Gözümün önüne geliyor: Bir dede bastonuyla yürürken, karşısında dikilmiş bir SUV.
Saygı mı gösteriyor, yol mu kesiyor belli değil.
Park sorunu mu?
Yok canım, şehir planlamasının sudoku çözmeyi sevmesi diyelim.
Esnaf diyor ki: “Müşteri yok.”
Müşteri diyor ki: “Park yeri yok.”
Şehir diyor ki: “Ben de ne yapacağımı bilmiyorum.”
Katlı otopark sabah doluyor.
Kaldırımlar doluyor.
Sabrımız doluyor. Ama çözüm? Hâlâ dolmuşta.
Belki daha çok yer değil, daha çok düşünce gerek.
Çünkü bir kaldırımı yürüyen çocuk, bir arabadan daha kıymetli hayaller taşır.
Çünkü bir kaldırımı yürüyen çocuk, bir arabadan daha kıymetli hayaller taşır.
Ama biz hâlâ hayallere değil, sinyal sesine göre yön çiziyoruz.
Kaldırımda yürümek artık bir parkur branşı.
“İzmit Kaldırım Curling Takımı” kurulsa yeridir.
Peki biz ne yapabiliriz?
Sadece şikâyet etmek mi? Hayır dostum, biraz da çözüm arayalım.
Mini Ama Etkili Çözüm Fikirleri:
Ve en güzeli:
Bir sabah kaldırımlarda yürüyen insanlar çoğalsın.
Arabalar ikinci plana düşsün.
İzmit, yürüyen adımların sesiyle yeniden canlansın.
Anadolu Fm, Çocukların Dünyasıydı
90’lı yıllarda yerel bir radyoda çocuklara yönelik programlar yapıyordum. O mikrofonun başına geçtiğimde sadece yayın yapmıyor; çocukların hayal dünyasına misafir oluyordum. Canlı bağlantılarda onların sesiyle stüdyonun havası değişir, yayın bir oyuna dönüşürdü.
Sorduğum bilmecelerin cevabını bazen onlar değil, ben bilemezdim. İşte o zaman programın en eğlenceli kuralı devreye girerdi: Bilmecede çuvallayan, canlı yayında şarkı söylerdi. En çok istenen parça da belliydi: “Ben Hep Seni Düşünürüm.” O dizeleri sesime katıp söylüyordum, bazen hafif utanarak, bazen gülerek… ama hep içten.
Bir gün bir çocuğa şu soruyu sordum:
“Dolabın içinde üç domates var, bunlardan hangisi kovboy?”
Duraksamadan cevap verdi: “Hepsi Kızılderili!”
Stüdyoda kahkaha koptu. Ben bildiğimi sanırken, cevaba yakalanmıştım.
Şarkı söyleme sırası yine bendeydi.
Ama ben de boş durmazdım. Yayına bağlanan çocuklara aynısını yapardım. Bilmeceyi bilemeyen miniklerden “Mini Mini Bir Kuş” performansı istemek, hem yayını neşelendirirdi hem hafif bir tatlı telaş yaratırdı. Böylece karşılıklı eğlenceli bir oyun doğardı.
Bugün geriye dönüp baktığımda, o yayınlar sadece eğlence değil; bir bağ kurma biçimiydi. Mikrofon, ses kadar sıcaklık da taşırdı. Bu yüzden o dönemki yayınlar hâlâ benim için sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi. Çocukların sesi, bilmeceyle gelen kahkahalar, yayına sinen neşe… hepsi hâlâ kulaklarımda.
Tokat valisi iken adından çok söz ettiren ve tebdili kıyafetle köylülerin traktörlerine binip Niksar dört yol mevkiinde köylü traktörcülerden haraç isteyen polisleri görevden alan ve içki satan yol kenerındaki büfelerde içki satımını ve kahvelerde kumardan sayılan oyunları yasaklayan bir vali iken; Aydın Valiliği’ne atanan ve henüz üç dört günlük vali iken Nazilli SSK Hastanesi ile ilgili bir şikayet kulağına çalınır… Hiç vakit kaybetmeden hastaneye gider. Tebdil-i kıyafet gelir. Acil bölümünden girer.
Oradaki görevli bir hemşireye der ki “Başhekimin odası nerede?”
Hemşire şöyle bir bakar Yazıcıoğlu’na. Tanıyamaz tabi. Küçümseyici bir ses tonuyla ” Üst kata çık, koridorun sonundan sağa dön, sondaki oda” der. Yazıcıoğlu üst kata çıkar. Başhekimin odasını bulur. Kapısı açıktır ama başhekim odasında yoktur. İçeri girer. Tam o sırada başhekim gelir. “Buyrun ne istiyorsunuz ?” diye sorar.
Yazıcıoğlu, rahatsız olduğunu, tedavi olmak istediğini ama parası olmadığını söyler. Başhekim kendisine “Burası hayır kurumu değil, paran yoksa tedavi olamazsın” der. Yazıcıoğlu, “Devletin görevi vatandaşına bakmak değil mi doktor bey ?” der. Başhekim sinirlenir ve Yazıcıoğlu’nu odasından kovar.
Sessizce aşağı iner, hastanenin iki sokak arkasında bekleyen makam aracına biner, arabada onu bekleyen yardımcısına “Gerekli yazışmalar hemen bugün yapılsın yarın görevden alınma yazısını kendisine bizzat ben vereceğim” der…
Ertesi gün bu sefer resmi giyimli, kıravatlı, takım elbiseli olarak gider hastaneye…
Elinde rulo halinde bir kağıt…
Bu sefer makam aracı hastane girişine kadar gelir…
Herkes şaşkındır…
Dün gördükleri yamalı pantolonlu, kasketli, yırtık gömlekli adam meğerse yeni atanan Aydın valisiymiş…
Vay be ! der görevliler…
Hiç vakit kaybetmeden başhekimin odasına çıkar…
İçeri girer…
Başhekim dona kalır…
Siz ? Ama siz? der…
Bugün itibariyle başhekimlik ünvanından azledilmiş bulunmaktasınız der, elindeki görev azli belgesini uzatır ve ayrılır hastaneden…
Senin gibiler bu memlekete üç beş gömlek fazla geldi sn. valim…
Mekanın cennet olsun…
Güneş batmak üzereydi ve kervan geceyi çölde geçirmek için hazırlandı. Develerin başındaki çocuk rehbere yaklaşıp: “Efendim bir sorunumuz var” dedi.
Toplam 20 deve var ama benim sadece 19 tane ipim var. Rehber, genç adamı rahatlatmak istedi:
Merak etmeyin, develer pek akıllı değildir. Serbest olana yaklaşın ve onu bağlıyormuş gibi yapın.
Sanki boynuna ve bacaklarına gerçekten bir ip geçirmişsiniz gibi ve orada sabit kalacağını göreceksiniz.
Çocuk, onun tavsiyesine uydu ve ertesi sabah kervan tekrar yola çıktığında, develerin hepsi tek sıra halinde ilerlemeye başladı, biri hariç.
Çocuk: Efendim, bu sabah yürümek istemeyen hayvanlardan biri var.
Rehber sordu: İpsiz kalan mı?
Devam et ve çözüyormuş gibi yap, yoksa hala bağlı olduğunu düşünecek. Rehber, bu yüzden yürümek istemediğini açıkladı.
Hemen ardından deve, çözüldüğüne inanarak yürümeye başladı…
Aynı şey birçok insanın başına gelir, onlar ipsiz bağlanmış develerdir, çünkü sınırları gerçekler değil, kendi zihinlerimiz ve inançlarımız belirler…