41,3323$% 0,25
48,6895€% 0,45
56,2987£% 0,25
4.892,84%0,17
8.091,00%0,16
32.266,00%0,16
3.684,13%0,14
11.000,26%6,06
4778987฿%-0.75717
15 Eylül 2025 Pazartesi
Kocaeli’de bir ailenin hafta sonu dışarı çıkma hayali, artık bir bütçe planlamasıyla başlıyor. Sinema pahalı, parklar bakımsız, kültür merkezleri uzak. Sosyalleşmek bir lüks değil, bir ihtiyaç. Çünkü bir çocuk sadece okulda değil, parkta da büyür. Gençler sadece sınavla değil, mahalle sohbetiyle olgunlaşır. Sosyal alanlar, sadece eğlence değil; örfün, saygının, sevginin aktarıldığı yerlerdir.
• Bir sinema bileti ortalama 100 TL. Dört kişilik bir aile için 400 TL. Üstüne mısır, ulaşım, içecek derken bir maaş gidiyor.
• Belediye etkinlikleri ya sınırlı kontenjanlı ya da merkezde. Gebze’den Kandıra’ya ulaşmak için bir sosyal faaliyet değil, bir yolculuk planı gerekiyor.
• Spor salonları pahalı, ücretsiz olanlar ise dolu. Çocuklar ekran başında büyüyor, ebeveynler ise “keşke mahallede bir etkinlik olsa” diye iç geçiriyor.
• Mahalle çay bahçeleri eskiden gençlerin büyüklerle sohbet ettiği yerlerdi. Şimdi gençler kahveyi dijital filtreyle tanıyor, sohbeti ise yorumlar kısmında.
• Bir parkta yaşlı bir amcanın çocuklara “evladım” demesi, bir kültür aktarımıdır. Ama o park artık ya otopark olmuş ya da çöp içinde.
• Belediyenin sosyal destekleri temel ihtiyaçlara odaklı. Oysa sosyal ihtiyaçlar da birer temel ihtiyaçtır.
Sosyal alanlar, sadece beton değil; bir toplumun vicdanıdır.
Kocaeli’de bir çocuk, parkta büyüyemezse, ekran başında yalnızlaşır. Gençler saygıyı, sevgiyi, örfü öğrenemezse; kent belleği susar.
Belediyeler asfalt dökerken, kültür de inşa etmeli. Çünkü bir toplum, birlikte gülerek büyür.
Ama şunu da belletelim:
Siz bu sosyal alanları her mahallede yaygınlaştırmazsanız, boş bıraktığınız alanları uyuşturucu satıcıları, çeteler, karanlık ilişkiler doldurur.
Bataklık mı arıyordunuz? Alın size bataklık.
Üstelik “biz de bunun farkındayız” deyip, şatafatlı alanlara kafe kondurup, birilerine rant yaratma çabasına girerseniz…
Bir kahvenin 200 TL’ye satıldığı yerleri övünerek anlatmaya çalışırsanız, bataklığı kurutmaz; aksine sivrisinekleri beslersiniz.
Çözüm belli: Mahalleye nefes, gençliğe umut, aileye birlikte olma alanı.
Sağlıcakla Kalın
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, öğrencilere burs veriyor.
Güzel. Ama gençliğe verilen destek, bazen evdeki çay kaşığının sayısıyla ölçülünce, işin rengi değişiyor.
🎓 Gençlik Destek Bekliyor, Sistem Evdeki Halıya Bakıyor
18 yaşını geçmiş bir birey, üniversiteye gitmiş, kendi hayatını kurmaya çalışıyor.
Ama sistem hâlâ “Baban ne iş yapıyor, annenin sigortası var mı, evde kaç kişi yaşıyor?” diye soruyor.
Genç birey, burs için başvuruyor ama kendini bir belgesel karakteri gibi hissediyor: “Evdeki yaşam koşulları, doğal ortamında gözlemleniyor.”
📋 Sosyal İnceleme: Evdeki Tencereye Mikrofon Tutan Sistem
Başvuru belgeleri teslim ediliyor, ardından sosyal hizmet ekipleri adrese geliyor.
Hanede kişi başına düşen gelir,
SGK dökümleri, kira kontratı, hatta bazen evdeki beyaz eşyaların markası bile değerlendirme kriteri oluyor.
Genç, burs için başvuruyor ama sistem ona diyor ki:
“Senin birey olman yetmez, evdeki tabloyu da görelim.”
💳 41 Kart: Destek mi, Etiket mi?
Belediye bursu, 41 Kart üzerinden veriliyor.
İlkokuldan üniversiteye kadar farklı tutarlarda destek var.
Üniversite öğrencileri için 2.500 TL aylık destek, 10 ay boyunca veriliyor.
Ama bu desteğe ulaşmak için önce “sosyal radar”dan geçmek gerekiyor.
Onur mu, Kart mı? Gençliğe Saygı Nerede Başlar?
Gençlik, destek ister ama onurunu da korumak ister.
Burs başvurusu, bir yardım değil; bir yatırım.
Genç bireyin geleceğine yapılan katkı.
Ama bu katkı, sosyal inceleme raporuyla değil, bireyin kendi beyanıyla değerlendirilmeli.
Hele ki 18 yaşını geçmiş bireyler için, hâlâ aile gelirine göre değerlendirme yapmak, bireysel bağımsızlığı görmezden gelmek demektir.
Genç birey üniversiteye gitmiş, hayata atılmış ama sistem hâlâ evdeki tencerenin dibini kazıyor.
Burs başvurusu değil, adeta ev içi belgesel çekimi.
Gençliğe destek, evdeki perde desenine göre değil; hayallerine göre verilmeli.”
“Burs başvurusu yaparken evdeki tencereyi değil, gençliğin içindeki cevheri ölçün.
Yoksa bu gençler bir gün belediyeye ‘Sosyal İnceleme Raporu’ düzenler,
‘Gençlik Dostu Kurum’ puanınızı açıklar!”
Sağlıcakla Kalın
Son yıllarda belediyecilik anlayışı “hizmet için değil, vitrin için” gibi görünmeye başladı.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin son on yılda yaptığı yurtdışı teknik geziler, halkın gözünde artık bir çözüm değil, bir gösteri haline geldi.
Avrupa’ya giden heyetler, çöpü nasıl kokutmadan saklayacağımızı öğrenmeye çalışırken,
Kandıra halkı hâlâ “çöpü nereye koyacağımızı” tartışıyor.
ŞAŞALI GEZİLER, ŞAŞIRAN BÜTÇELER
12’den fazla yurtdışı teknik gezi, milyonlarca liralık harcama. Uçak biletleri, otel konaklamaları, harcırahlar…
Hepsi belediye bütçesinden. Ülkemiz ekonomik krizle boğuşurken halkın sırtına “Deli Dumrul” misali cezalar bindiriyor:
• Ruhsatsız tabela cezası
• Bahçe duvarı yüksekliği cezası
• Çöp saatine uymama cezası
• Hatta “sokağa yanlış gün çıkmış çöp” cezası
Yani belediyeler bir yandan Avrupa’ya teknik geziler düzenliyor,
diğer yandan halktan teknik bahanelerle para topluyor.
GİDENLER BELLİ, GELENLER BELİRSİZ
Bu gezilerin dönüşünde ne değişti?
• Çöp hâlâ kokuyor.
• Ulaşım hâlâ tıkanıyor.
• Müzeler hâlâ QR kodsuz.
• Halk hâlâ geçim derdinde.
Yurtdışına giden heyetler, dönüşte “rapor” getiriyor ama halk “fatura” ödüyor.
Teknik gezi adı altında yapılan bu harcamalar, halkın gözünde artık “turistik kaçamak” gibi algılanıyor.
İZMİT BELEDİYESİ’NİN MÜTEVAZI (!) ADIMLARI
İzmit Belediyesi daha az gezi yaptı.
Bisiklet yolları, kadın yaşam merkezi, dijital müze rehberliği konularında.
PEKİ BU GEZİLER OLMASA, BU PROJELER OLMAZ MIYDI?
Bisiklet yolu için Amsterdam’a gitmeye gerek yok; sadece sabah saatlerinde Yahya Kaptan’da yürüyenleri izlemek yeterli.
Kadın yaşam merkezi için Saraybosna’ya gitmek yerine, İzmit’in mahallelerinde kadınların neye ihtiyaç duyduğunu dinlemek yeterli.
Yani geziler ilham verebilir ama ilhamın kaynağı halkın kendisidir,
Avrupa’daki bir sunum değil.
Biri Avrupa’ya gitti, çöpü koklamadan saklamayı öğrendi.
Diğeri Saraybosna’ya gitti.
Kandıra hâlâ kokuyla mücadele ediyor;
ama artık neyin koktuğunu daha iyi biliyoruz.
Sağlıcakla Kalın….
Yarın okullar ilk ders zilini çalacak…
Çalmasına çalacak da, ben eskiden her mahallede üç beş tane olan, bir sırada üç kişi oturduğumuz eski okullarımızı özledim.
O daracık sıralarda omuz omuza verip hem yazdık hem güldük hem de birbirimizin defterine göz ucuyla yardım ettik. Orada sadece eğitim yoktu; dostluk vardı, yardımlaşma vardı, “yanındayım” hissi vardı. Şimdi sıralar tek kişilik…
Ama bilin bakalım ne eksik? İnsan eksik. Yanındakine kalem uzatmak bile “izinli davranış” oldu. Sıra arkadaşlığı, artık sadece nostaljik bir kelime.
Ben aslında kırtasiyelerde kitap almak için girdiğimiz o uzun, sabırsız ama heyecanlı sıraları özledim. Kitap kokusunu ilk defa orada tanıdık, kapaklarını açarken “bu yıl neler öğreneceğiz” diye hayal kurduk.
Şimdi Bakanlığın ücretsiz kitapları sıralarda bizi bekliyor…
Bekliyor da ne hikmetse hiçbir okul o kitapları okutmayı pek tercih etmiyor. Öğretmen “onu geçin, fotokopi vereceğim” diyor, öğrenci “internetten bulurum” diyor. Kitap orada ama ruhu yok. Sayfa var ama saygı yok. Bilgi var ama bağ yok.
Ben iki işte çalışmak zorunda kalsa da bunu bize hiç yansıtmayan, sabah göz altları mor ama sesi dimdik çıkan öğretmenlerimizi özledim.
Her birimizin ruhuna ayrı ayrı dokunan, sadece ders değil hayat öğreten o güzel insanları… Matematikte işlem hatası yapınca değil, vicdan terazisinde şaşınca uyarırlardı bizi. “Ben sizin öğretmeninizim ama aynı zamanda yol arkadaşınızım” der gibi bakarlardı.
Şimdi öğretmenler de sistemin yükünü sırtlamış, müfredatın peşinden koşarken öğrencinin ruhu arada kaynıyor. Ruh şekillendiren değil, sınav kazandıran öğretmenler reva görülüyor artık. Oysa biz, bize inanan bir çift gözün neler başardığını gördük zamanında.
Ben okul bahçesindeki taşlı yolları, teneffüslerde ip atlayanları, misket oynayanları, simit pazarlığı yapanları özledim.
Zil çalınca sınıftan fırlayıp “ilk sırayı ben kapacağım” diye kantine koşan çocukları… Bahçede top oynarken cam kırılınca hep birlikte “rüzgâr yaptı hocam” diye savunma hattı kuranları…
Şimdi bahçeler sessiz, çocuklar telefon ekranında kaydırma yapıyor, misket yerine parmak kayıyor. Teneffüs dediğin artık sessizlik molası gibi. Oysa biz bahçede büyüdük, düşe kalka öğrendik, dizimiz kanarken bile gülmeyi bildik. Şimdi dizler temiz ama ruhlar yorgun.
Ben eski samimiyeti özledim.
Öyle elektronik kartların okutulduğu, güvenliklerin telsizle “giriş onaylandı” dediği şaşalı okul kapıları yerine…
İki nöbetçi öğrencinin kapıda karşıladığı, “hangi sınıfa geçeceksiniz?” diye sorup gideceğimiz yere kadar refakat ettiği yılları özledim. O kapılardan geçerken kimlik değil, tebessüm gösterirdik.
Şimdi okul girişleri havaalanı gibi; turnikeler, kameralar, kartlar… Ama ne hikmetse güvenlik arttıkça güven duygusu azaldı. Oysa biz, okulun kapısından içeri adım atınca kendimizi emanet hissederdik. Şimdi kart okutuluyor ama gönül okunmuyor.
Ben siyah önlükleri, mavi takım elbiseli çocuklarımızı özledim.
Herkesin eşit göründüğü, fakirin de zenginin de aynı kumaşla okula geldiği günleri…
Şimdi öyle mi? Kız çocukları makyajsız okula gitmiyor, erkek çocukları marka yarışında. Giyimde sınırsızlık, ahlaki değerlerimizi top güllesi gibi yıkıyor. Eskiden okul kıyafeti bizi birleştirirdi, şimdi ayrıştırıyor.
Oysa biz, önlüğün altındaki kalbi görmeyi öğrendik. Şimdi gözler dış görünüşe takılıyor, ruhlar arka sırada unutuluyor. Eğitim dediğin sadece bilgi değil, aynı zamanda terbiye, saygı, ölçüydü. Şimdi ölçü kayboldu, sadece gösteri kaldı
Eğitim sadece bilgi aktarmak değil, bir ruh inşa etme işidir.
Öğretmenler, lütfen çocukların kalbine dokunmayı unutmayın; müfredat geçer, ama bir öğrencinin size duyduğu güven kalır.
Aileler, çocuklarınızı sadece başarıya değil, insanlığa hazırlayın; çünkü diploma değil, duruş hayatta yol açar.
Sevgili öğrenciler, unutmayın ki en kıymetli şey, kendinize kattığınız ahlaktır. Siyah önlükler gitti belki ama saygı hâlâ giyilebilir.
Zil çalıyor, evet… Ama bu kez sadece ders için değil, yeniden hatırlamak, yeniden inşa etmek için.
Hep birlikte, yeniden o samimiyeti bulmak dileğiyle.
Sağlıcakla kalın..
Abdullah Çalık
İzmit’te bir gazeteci vardı. Adı Güngör Arslan’dı.
Ama onu tanıyanlar için sadece bir isim değil; bir duruştu, bir cesaretti, bir kalemdi.
Yerel basının “rahatsız edici sesi” olarak bilinir, yazdıklarıyla koltukları değil, vicdanları sarsardı.
Güngör Arslan, Ses Kocaeli adlı haber sitesinin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeniydi.
Yazılarında belediye ihalelerini, kamu kaynaklarının kullanımını, yerel siyasetle iç içe geçmiş ticari ilişkileri sorgulardı.
Özellikle Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin tramvay ve otobüs reklam giydirme ihaleleriyle ilgili yaptığı eleştiriler, kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştı.
Cinayetten kısa süre önce, “Tramvayın giydirmelerini kim yapıyor?” başlıklı yazısıyla, bu ihaleyi alan Kentpark Ltd. Şti. ve şirketin sahibi olduğu belirtilen avukat Ersin Kurt hakkında eleştirel bir yayın yapmıştı.
Bu yazı, mahkemeye erişim engeli talebiyle başvurulsa da reddedilmişti.
Arslan, geri adım atmadı.
Çünkü onun gazeteciliği, “rahatsız etme hakkı” üzerine kuruluydu.
Yıllar içinde birçok kez tehdit aldı, gazete binası kurşunlandı, ama o hep yazmaya devam etti.
Çünkü Güngör Arslan için gazetecilik, sadece haber değil; halkın sesi olmaktı.
Ve o ses, 19 Şubat 2022’de ofisinde uğradığı silahlı saldırıyla susturuldu.
⚖️ Bir Cinayet, Bir Dava, Bir Sessizlik
Cinayetin ardından yürütülen adli süreçte birçok kişi hakkında farklı suçlamalarla dava açıldı. Mahkeme kararlarına göre:
• Ramazan Özkan, cinayeti işleyen kişi olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
• Burhan Polat, cinayeti azmettirdiği gerekçesiyle aynı şekilde müebbet hapis cezası aldı.
• Ersin Kurt, ilk etapta beraat etti ancak Yargıtay kararıyla yeniden yargılanmasına karar verildi. Hakkında “azmettirme” ve “vahim silah bulundurma” suçlamalarıyla yeni bir süreç başladı.
Diğer sanıklar arasında yardım etme, delil gizleme ve suçluyu kayırma gibi suçlamalarla çeşitli hapis cezaları verildi; bazıları ise beraat etti.
Bu bilgiler, kamuya açık yargı kararlarına ve basında yer alan haber içeriklerine dayanmaktadır. Yazının amacı, bu süreci hukuki çerçevede aktarmak ve olayın toplumsal etkisini sorgulamaktır.
Güngör Arslan’ın ölümü, İzmit’te yerel basın üzerinde gözle görülür bir etki yarattı.
Bazı gazeteciler daha temkinli yazmaya başladı.
Bazı yayınlar, eleştirel dilini yumuşattı.
Bazı konular, “şimdilik yazılmasın” denilerek rafa kaldırıldı.
Ama İzmitli hâlâ soruyor:
“Bu cinayet gerçekten çözüldü mü, yoksa sadece dosyası mı kapandı?”
“Yerel basın, halkın sesi olmaya devam edebilecek mi?”
🕯️ Bir Güngör Gitti, Binlerce Güngör Geldi
Güngör Arslan susturulduğunda, sadece bir gazeteci değil; halkın sesi, yerelin vicdanı, sorgulayan kalemler hedef alındı.
Ama o gidiş, bir suskunluk değil; bir çoğalma oldu.
Bugün İzmit’te, Kocaeli’nde, Türkiye’nin dört bir yanında binlerce Güngör var.
Kimisi blog yazar, kimisi sosyal medyada sorar, kimisi apartman panosuna “bu işte bir tuhaflık var” diye not bırakır.
Çünkü kalem susturulunca, kelime çoğalır. Cesaret bulaşıcıdır.
Yerel basın belki daha temkinli, belki daha sessiz.
Ama halk daha dikkatli okuyor. Daha çok sorguluyor. Daha az susuyor.
Güngör Arslan’ın kalemi bir kişiye batmış olabilir.
Ama onun soruları, binlerce kişiye ilham oldu.
Bir Güngör Gitti, Binlerce Güngör Geldi.
📌 Etik Not
Bu yazı, gazeteci Güngör Arslan’ın hayatını kaybettiği olayın ardından yerel basının karşılaştığı zorlukları, halkın haber alma hakkını ve kamu yararına yayıncılığın önemini sorgulamak amacıyla kaleme alınmıştır.
Yazıda yer alan kişi ve kurumlar hakkında sunulan bilgiler, kamuya açık kaynaklara ve yargı kararlarına dayalıdır.
Hiçbir ifade, suç isnadı ya da kişilik haklarına saldırı amacı taşımaz.