42,9707$% 0.07
50,5759€% 0.2
57,9452£% 0.11
5.979,74%-0,21
9.931,00%0,69
39.705,00%0,67
4.337,48%-0,08
11.291,06%0,63
3817447฿%1.04148
25 Aralık 2025 Perşembe
“Gel ha gel ey gül Nesimi
Geldi yine gül mevsimi
Bu feryat bülbül sesimi
Ah u efganı güldür gül”.
*
Manevi muştularla dolu, semanın yere yaklaştığı, müminlerin ruhlarını ve bedenlerini rahmani esintilerin çepeçevre kuşattığı bir iklime daha kavuşmuş bulunuyoruz.
Müjdeler olsun, mübarek olsun.
Nasıl ki takvimleri maddi tezahürlerine göre bahar, yaz, kış diye mevsimlere ayırıyorsak, dini yaşantımızı tanzim eden hicri ayları da manevi bakımdan böyle mevsimlere ayırabiliriz.
Mesela Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarını içine alan günlere ‘Hacc Mevsimi’, ‘Hacc Ayları’ diyoruz. Aynı şekilde Recep, Şaban ve Ramazan aylarının içinde bulunduğu mevsime de ‘Üç Ayları’ deriz.
Haccın faziletini anlatmaya bu sütunlar az gelir. Şu kadar ki; “Kötü sözler söylemeden ve günah işlemeden hacceden, anasından doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (memleketine) döner”.(Müttefekun Aleyh
Üç ayların ilki Recep ayı, aynı zamanda ‘Haram Aylar’dandır. Maalesef dini bir mükellefiyet de gerektiren ‘haram aylar’, neredeyse literatürden tamamen kalktı. Oysa cahiliye Araplarının bile hürmet ettiği, savaşları terk ettiği, hatta insanların kan davalısını bile gördüğü halde görmezlikten, duymazlıktan geldiği aylardır. Bundan dolayı olsa gerektir, Receb ayını ‘receb ül esamm’ yani sağır ay diye isimlendirmişlerdir. Ama günümüz modern Müslümanların duymazlığının, görmezliğinin izahı mümkün değil ne yazık ki!
“Şüphesiz gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların sayısı, Allah’ın kitabında on iki aydır. Onlardan dördü (olan Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb) haram olan (hürmet gereken aylar)dır. İşte dosdoğru din (hesap) budur. O halde onlarda (savaşıp saygısızlık ederek) kendinize yazık etmeyin”.(Tevbe 36)
Bu ayların isimlerini efendimiz (sav), “Haram aylar; Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir” diye sayarak tesbit etmiştir.(İbn i Cerir)
Efendimiz (sav) bu aylara ayrı bir ihtimam gösterirdi. Çevresindekilere de bunu hissettirir ve onları da buna teşvik ederdi. İbadetlerini her zamankinden daha da yoğunlaştırır, özellikle oruç ve istiğfarını artırırdı. Meşhurdur; kâinatın sevgilisi Ramazan dışında en çok Receb ayında oruç tutardı.
“Recep ayında Allah ü Teâlâ’ya çok istiğfar edin; çünkü Allah ü Teâlâ’nın Recep ayının her vaktinde Cehennemden azad ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennet’te öyle köşkler vardır ki, ancak Recep ayında oruç tutanlar girer”.(Deylemi)
Enes b. Malik (r.a)’den gelen bir rivayette, Resûlullah (sav)’in Recep ayına girdiği zaman şu şekilde sıkça dua ettiği haber verilmiştir.
“Allah’ım Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl. Bizi Ramazan’a ulaştır”.(A.Hanbel)
Meşhur hadislerden birinde de Allah Rasulü; “Receb Allah’ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan da ümmetimin ayıdır”, buyurmuştur. Receb ayını Allah (cc)’a izafe ederek büyük bir paye vermiştir. Her şey Allah’ın iken bu ne demektir, diyen bir arkadaşına da: “Bu ay Allah’ın kullarının affına tahsis edilmiştir” dediği aktarılmaktadır.
Receb ayının faziletlerinde biri de, Regaib gecesini içinde barındırmasıdır. Yani Receb ayının ilk Cuma gecesi, perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece. Hicri takvime göre gün hilalle başladığı için bir öncesi günün akşam ezanıyla yeni gün başlar.
Melekler böyle isimlendiriyor bu geceyi.
İçerisine rağbet edilecek ikramların, ihsanların, keremlerin, lütufların bolca serpiştirildiği için bu geceye Leyle tür Regaip denilmiştir
İbni Asakir’in rivayetinde, duaların red olunmayacağı beş gece sayılırken önce Regaib zikredilmiş. Sonra Şaban ayının on beşinci gecesi; Bereat gecesi. Daha sonra da Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban Bayramı geceleri.
Allah’ın günleri, ayları, yılları birbirinin aynı iken, biteviye deveran edip dururken böyle günlere, aylara özel manalar yüklenmenin ne gereği var, diye bir şey fısıldayabilir şeytan.
İnsanın kendi kendini sığaya çekmesi ve yenilenmesinin, niyet tazelemesinin, tevbe ve istiğfar etmesinin kaçınılmazlığı ortaya çıkmaktadır bence böylece.
Yani değişime davet edilmekteyiz.
Ne mutlu fırsatları değerlendirebilenlere !!.
“O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.
Ve (her zaman) ancak Rabbine rağbet et (O’na sarıl ve O’ndan iste).
Allah adın zikredelim evvelâ
Vacip oldur cümle işde her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ider Allah ona
Her nefeste Allah adın di müdâm
Allah adiyle olur her iş tamam
İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen
Her murada erişir Allah diyen
Süleyman Çelebi hazretleri bu mısralarla başlar Mevlid-i Şerifin Tevhid Bahrine. Bizim Mevlüd diye bildiğimiz Vesiletün Necat (Kurtuluş Vesilesi), hazretin yegâne eseridir. 600 küsur yıldır Uludağ’ın billur pınarları gibi şırıl şırıl akan, dilden dile, gönülden gönülle dolan bu sade ve sıcak beyitler, onun içindeki peygamber aşkının ve manevi derinliğin dışa vurumudur. Rahmetler dileyelim.
Besmele; her hayırlı işe Allah (cc)’nun adıyla başlamaktır. Kuran-ı Kerim’in ayeti ve Allah Rasulünün sünnetidir. Orjinli; Bismillahirrahmanirrahim şeklindedir. ‘Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla’ demektir. Bismillah diye kullanımı da makbuldür.
Onu her işin başına koşmak bir niyet, yöneliş, dua, zikir ve ibadettir. İşin bereketinin, selametinin, nihayetinin sırrı onda gizlidir. O öyle tılsımlı bir kelimedir ki; insanlığın başına gelmiş en hayırlı şey Kuran-ı Kerim, onunla başlamaktadır.
Kuran okumalarına başlamak için istiazeyle beraber besmele gerekir. Euzübillahimineşşeytanirracim. Kovulmuş, taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. Yaratıcının, dünya düzenini tanzim, insanlığın kurtuluşu, sulh ve selameti için indirdiği kitabın her bölümünün/surenin başında yer alır besmele. Tevbe suresi müstesna. Fatiha’nın ilk ayetidir.
Allah lafza-i celali lisanlar üstü bir kelime olup, âlemlerin rabbinin kendisi için seçmiş olduğu has ismidir. Rahman ve Rahim, Esma-i Hüsna’nın başında yer alan, rahmet ve merhamete karşılık gelen en güzel isimlerindendir.
“Esmâü’l-Hüsnâ (en güzel isimler) ancak Allah’ındır. O halde O’na, onlarla dua edin.”(7/180)
Rahman; dünyada yarattığı tüm mahlûkata isyan ve itaatine bakmaksızın rahmetle tecelli etmesi, onların tabiat kanunları manzumesince dünyevi hacetlerini gidermesidir. Hava, su, gıda, sevgi, duygu, üreme, cinsellik vs.
Rahim ise; ahirette adaletinin de tecellisi olarak müminlerini merhametle yargılayıp, hata ve kusurlarına rağmen, vadettiklerini sınırsızca vermesidir. Razı olarak ve razı ederek kuşatmasıdır.
Hz. Süleyman (as)’ın Hüdhüd ile Sebe melikesi Belkıs’a gönderdiği, onu ve kavmini tevhid inancına davet ettiği mektup da besmeleyle başlamaktaydı. Neml Suresi 29-31. Ayetlerde konu şu şekilde anlatılmaktadır:
“(Hüdhüd mektubu götürüp atınca, Sebe melîkesi Belkıs) dedi ki: “Ey ileri gelenler! Doğrusu bana çok önemli bir mektup bırakıldı.” “O, Süleyman’dan (gelmekte)dir. O, Bismillâhirrahmânirrahîm (ile başlamaktadır). Bana karşı (gelerek) büyüklük taslamayın ve bana Müslümanlar olarak (teslim olup) gelin’ diyor.”
Bu davet Belkıs ve Sebe halkının İslamlaşmasına vesile olur. Kıssanın tamamı Neml Suresinde aktarılmaktadır.
Peygamber (sav)’de bu geleneği devam ettirmiş, zamanın büyük hükümdarlarına tevhidi tebliğ etmek için mektuplar göndermiştir. Diplomatik bir üslupla yazılan mektuplarda, muhatabının inancına göre Kuran’dan ayetler zikredilir, besmeleyle başlar ve Allah’ın Rasulü Muhammed yazan yüzükle mühürlenirdi.
Bizans İmparatoru Herakleios, Habeşistan Necaşisi Ashame, Sasani Kisrası Hüsrev Perviz, Mısır Mukavkısı Cüreyc’le beraber Gassan, Yemame, Bahreyn, Umman Hükümdarlarına da bu mektuplar ulaştırıldı.
İslâm’ın ilk yıllarından itibaren bütün belgelerin, yazışmaların besmele ile başlaması bir düstur haline getirilmiştir. Emannâmeler, antlaşmalar, çeşitli muâmelâta dair yazışmalar, öşür ve zekâtla ilgili tespit belgeleri vb. bütün yazılara besmele ile başlanması bir sünneti nebevi olarak cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gelmiştir.
Günümüzde de hutbeler, vaazlar, dini sohbetler, bazı özel yazışmalar ve konuşmalar besmele, hamdele, salveleyle başlayıp tahmid ile bitirilmektedir.
İslami güzel sanatların en güzel örnekleri besmelelerdir. Hattatların en velut olduğu alan besmeledir. Bilinen bütün hat nevileriyle yazılmıştır. Eski ve yeni hatlarla yazılmış besmeleleri toplayan birçok albümler oluşturulmuştur.
Bu sanata ilgi duyanlar önce besmele yazarlar. Hz. Enes (ra)’dan gelen bir rivayette, “Bismillâhirrahmânirrahîm’i özenerek güzel yazan kişiyi Allah affeder” buyurulması, bu sanatın maddi- manevi gelişmesine ve milletimizin de dünyada söz sahibi olmasına vesile olmuştur.
“Her günün sabahında ve her gecenin akşamında: «Allah’ın adıyla ki, O’nun adı sayesinde ne semada, ne yeryüzünde, hiçbir şey zarar veremez. O her şeyi işiten, her şeyi hakkıyla bilendir» diyen ve bunu üç defa tekrarlayan kimseye hiçbir şey zarar veremez.” (Ebû Dâvud, İbn-i Mâce, İbn Hanbel)
Eski Türk edebiyatımızın en temel kaynağı Kur’an ve sünnet olduğundan, her konunun başında besmele yer almaktadır. Edebiyatın her alanında besmeleyle ilgi çalışmalar ve eserler görmek mümkündür. Nesir olarak yazılan eserler Türkçemizde “Besmele Risâlesi” olarak maruftur.
Çocukların eğitim hayatına ilk adım atmasının anısına düzenlenen “besmele cemiyeti” ya da “bed’-i besmele” diye bilinen âmin alaylarımız vardır. Okuma çağına gelmiş çocukların, hocasının önünde ilk besmele çekmesi, okumaya başlaması vesilesiyle düzenlenen merasimlerdir.
Bed’-i besmele töreni mahallede kaynaşmaya, çocukların sevindirilmesine, zenginler tarafından fakir çocukların okutulmasına zemin hazırlardı. Besmelenin bereketiyle eğitime, gençliğe, ilim erbabına büyük bir saygı ve sevgi ortaya çıkardı.
Hülasa besmele; yemekten ibadete, eğitimden çalışmaya, eşler arası ilişkiden, toplumsal diyaloğa gündelik hayatın her anında olması gereken bir bilinçtir.
Besmele ekmeğimizin katığı, soframızın bereketi, ağzımızın tadı, dilimizin zikri, kalbimizin ritmi, gönlümüzün huzuru, yüzümüzün nuru, “Benim namazım, (hac, umre, diğer) ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (6/162) Ayetinde ifade bulduğu gibi bir yakaza halidir, vesselam.

Yüz yıl önce bir büyük milli mücadelenin sonunda kurulan TBMM’nin, tam da 30 Ağustos’un yıl dönümünde, Filistin’de Kuvayı Milliye ruhuyla küresel emperyalizmin işgaline karşı bağımsızlık mücadelesi veren Gazze halkıyla dayanışma için Ankara’dan vermiş olduğu destek, her türlü takdirin üstündedir.
Bu birlik ve beraberlik fotoğrafı, milletin uzun zamandır hasreti kaldığı tarihi bir tablodur. Umarım, soykırım ve kitlesel ölümün her nevini yaşamış mazlum Gazzeli kardeşlerimizin yüreğine bir nebze su serpmiş, insanlık katili terörist İsrail’e de anlayacağı dilden bir ders olmuştur.
Filistin’in anayurttan nasıl koparıldığı, cumhuriyete giden yolda milletimize ne tür entrika ve tuzaklar kurulduğu, hangi badirelerden geçtiğimiz bir başka bahsin konusudur ama İsrail ve gizli-aşikar ortakları şunu bilmelidir ki, ne dünya 1940’ların dünyasıdır, ne de Türkiye geçen yüzyılın Türkiye’sidir.
TBMM’nin ruhunu ve vizyonunu yansıtan, dün genel kurulda Gazze konusunda yakalanan bu ittifak, Terörsüz Türkiye hedefi doğrultusunda ete kemiğe bürünür, milli bir mayaya dönüşürse, artık bölgede Türkiye’nin bileğini kimse bükemez. Onun için dün gazi meclisten yükselen bu çağrı çok önemli, çok değerli ve çok tarihidir.
Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hoca Efendi, İslam Dergisinin Haziran 1993 Başyazısında şöyle bir hikâye aktarır. Seyyah, Allah dostu bir derviş yabancı bir beldede gözaltına alınır. Casuslukla itham edilir. Darağacına çıkarılır, boynuna yağlı urgan geçirilir. Kelleyi kesecekler hiç yere. Ölüm korkusundan insan neler yapmaz. Ama adam sakin, kimseye bir şey demez. Sadece kendi kendine: “Ey nefsim! Sen evvelce Allah’a teslim olmaktan, kadere rızadan bahseder, ne takdir etmişse baş üstü derdin. Şimdi bir yanlışlık sonucu kafanı kesecekler. Buyur, buna da razı mısın?” diyerek, şöyle bir içini yoklamış. İtiraz gelmemiş, daha ne günler görecektin, çoluk çocuk, mal mülk, makam şöhret, haybeden can gidiyor, tık yok. Tam razı yani. Cellatla göz göze gelmiş, buyur görevini yap der gibi. O esnada seyircilerde bir hareketlenme olmuş: “Durun! Haksızlık oluyor, yanlışlık oluyor, bunu tanıyoruz, bu iyi bir insandır.”
Derviş kurtuluyor. Ve şu cümle dökülüyor dudaklarından: “Vallahi halasıma değil, o andaki ihlasıma seviniyorum.” Kafasının kesilmesinden kurtulduğuna değil, o anda kalbinin kendini terk etmediğine, nefsinin sesini bastırdığına seviniyor.
Böyle bir günde, böyle bir gündemle, iktidar muhalefet, sağcı solcu, komünist feminist tüm vekillerin bu çatı altında tek yürek, tek yumruk olmasını, dosta güven, düşmana korku salmasını, sessiz çoğunluklara ilham vermesini her şeyden çok önemsiyorum.
Mevlana’nın; “Sesini değil sözünü yükselt! Yağmurlardır yaprakları büyüten gök gürültüleri değil” sözü, diplomatik bir kıstas koyuyor önümüze. Elbette tezkerede yapılan çağrı çok kıymetlidir, zaruridir, hatta gecikmiş bir çağrıdır. Ama burada zarf, mazrufun önüne geçmiştir.
Bu toplantının CHP öncülüğünde muhalefet partilerinin ortak çağrısıyla gerçekleşmiş olması, ana muhalefet lideri Özgür Özel ve diğer vekillerin Filistin atkısıyla genel kurula girip, kürsüye çıkmaları şükranla alkışlanacak bir harekettir.
Ancak mecliste sağlanan bu konsensüsün tabana yayılması için de gayret gösterilmelidir. Boykot ve kitlesel eylemlerde meydanlara da yansımalı bu birliktelik. Bunun için de sivil toplum ve sendikaların kolları sıvaması, sorumluluk alması lazım.
Söz buraya gelmişken, dün sosyal medyada paylaştım; Özgür Özel’in özel oturumdaki çıkışını ve duruşunu destekliyorum. Ancak sayın genel başkanın dünkü çıkışıyla tezata düşmemesi için ‘Hamas’ ve ‘Boykot’ konusunda sarahaten bir güncelleme yapması gerekmektedir.
Bazı dostlarım bu tarihi oturuma, Firdevsi’nin; “Nişestend u goftend u ber-hâstend”, “Oturdular, konuştular ve gittiler” tarzında yaklaşabilir. Her zamanki gibi kuru kuru kınamalar, hamaset dolu nutuklar, biraz gaz, biraz avaz diyebilirler.
leştirilerinde tamamen haksız da sayılmazlar, ama bu sefer müstesna. Mamafih, her şeyi devletten beklemekten usanmayan arkadaşların, şeytan taşlamak yerine bir mum yakmalarının gerektiğini de ihtar etmek isterim.
Sayın Cumhurbaşkanının Ahlat’ta Suriye’deki gelişmeler için; “Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama gerek kalmaz” sözüne, Netanyahu’nun aynı gün 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak niteleyerek cevap vermesi, iki gün sonra 28 Ağustos’ta “Saf biri değilim, Suriye’de kiminle mücadele ettiğimizi biliyorum” demesi, konunun ne minvalde ele alındığını, ne denli girift olduğunu açıklamaya yeter galiba.
Bir de Sayın Özelin de kısmen atıf yaptığı; ‘Trump’ı da kınayalım, ABD ile doğrudan muhatap olalım’ gibi yaklaşımlar var. Olmadığından ya da olmasın diye demiyorum, ama niye! ABD bizden korktuğu için mi doğrudan bizim karşımıza çıkmıyor, vekilleriyle üstümüze geliyor? Neden SDG’ye tırlarca silah veriyor, FETÖ, DEAŞ, PKK gibi aparatlarla uğraştırıyor bizi?
Bize Rusya’yı gösterdiler ama biz her yerde, hep onlarla mücadele ediyoruz. Karabağ’ı kurtarıyoruz, Zengezur’dan geliyorlar. Gazze’de, Suriye’de, Libya’da, Adalar’da, Kıbrıs’ta, Mavi ve Gök Vatan’da hatta NATO’da hep karşımızdalar.
Büyük oranda bunların uzantısı, içerde ekonomik kaynaklı sorunlar, dışarda çok uluslu küresel sorunlarla boğuşurken, gündemi dağıtacak, konsantrasyonu bozacak maceralar kimin değirmenine su taşır acaba.
Dün 442 milletvekilinin ittifakla kabul ettiği, İsrail’in Gazze’deki İşgalini Genişletme Kararı ve Filistin Halkına Yaptığı Soykırım Hakkında Tezkere, bugün Resmi Gazetede yayınlanarak devlet siyaset belgesi haline geldi.

Tezkerede; İsrail’in Filistin halkına karşı on yıllardır sürdürdüğü işgal, imha ve ilhak politikalarını, son 2 yıldır özellikle Gazze’de bir soykırıma dönüştürdüğü vurgulandı.
Bu belgeyle İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığı ve insani yardımları engelleyerek kıtlığı bir silaha dönüştürdüğü resmiyet kazanmış oldu.
İsrail soykırım politikalarından dönene kadar BM dâhil uluslararası kuruluşlardaki üyeliklerinin askıya alınması teklifi öne çıkan bir başka husus.
Çözümün 1967 sınırları temelinde, coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin hayata geçirilmesinde olduğu, soykırım suçu işleyenlerin uluslararası mahkemelerde yargılanmasının sağlanması, Filistin Devletinin tanınması gibi can alıcı konularda diğer parlamentolara işbirliği çağrısı yapıldı.
Kritik bir süreç, temennim sadra şifa bir hayra kapı aralar.
İstiklal Şairi Merhum Mehmet Akif’i de bil vesile rahmetle analım.
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Önemli Not: 600 vekilden bu oturuma katılmayanların isimlerinin ve mazeretlerinin millet tarafından bilinmesinin elzem olduğu kanaatindeyim.
Elhamdülillah; ülkemiz devleti ve milletiyle, halkları ve ulusuyla tarihi bir eşiği geride bıraktı. Büyük bir zafere imza attı. Tarihe şahidlik etmekteyiz. Nereden bakarsanız bakın, bu çok kıymetli bir kazanımdır.
Kırk yıldır dökülen kan ve akıtılan paranın haddi hesabı yok. Daha da önemlisi devletin kalkınması ve milletin refahı için kaybedilen zamanın telafi imkânı yok.
Zafer kelimesini abartılı bulup itiraz edenler çıkabilir. Terör örgütüyle masaya mı oturulur? Şehit ailelerinin rızası var mı? Gibi çıkışlarla siyasi hokkabazlık yapıp, süreci sulandırmak isteyenler olacaktır. Onlara şunu hatırlatmakta fayda var; sinek avlamak devri bitti, bu adım bataklığı kurutma hareketidir.
Bakara suresinin 191 ve 217. Ayetlerinde tekrarlanan bir cümle var: “Bilin ki fitne, adam öldürmekten daha beterdir.” Beterdir, diye tercüme edilen kelime birinde ‘şiddetlidir’, diğerinde ‘ekberdir’, yani daha büyüktür şeklinde yer almaktadır. Sürecin başarıya ulaşması, fitnenin kökünün kazınması, hiç şüphesiz kesin ve büyük bir zaferdir.
27 Kasım 1978’de, Diyarbakır’ın Lice İlçesinin Fis Köyü’nde, Marksist-Leninist çizgide kurulan PKK (Kürdistan İşçi Partisi), ırkçı bir terörist örgüt olarak, küresel emperyalistlerin sponsorluğunda, Müslüman Kürtleri Türkiye’den koparmak için fütursuzca cinayetler işledi. Devletin son yıllarda geliştirmiş olduğu şefkat dili ve Kürt halkının ekseriyetine galip gelen sağduyu, bu çok uluslu projeye geçit vermedi.
İslam toplumunun ahlaki çerçevesini çizen ve sosyolojinin köşe taşlarını döşeyen Hucurat Suresi, bu sorunun çözümünde de bize rehberlik etmektedir. Irkçılığı yasaklayarak erdemi yüceltmesi, zandan sakınmayı, fasıkların getirdiği haberlerin tahkik edilmesi, bir kavmin başka bir kavimle alay etmemesi, zalime karşı mazlumun desteklenmesi gibi ölümsüz reçeteleri, toplumun ihyasında şaşmaz pusuladır. 9. ayette; “Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa, hemen aralarını düzeltin” ferman-ı ilahisinden sonra 10. ayette: “Müminler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ki rahmete nâil olasınız” buyurur.
Gelinen noktanın bu rahmetin tecellisinden bir kadre, sebebinin de milletin gönlündekinin, devletin diline yansımasının neticesi olduğuna inanıyorum.
Sürecin bu evresinde; kazanın çok olduğu, kaybedeninse terörizm ve terör destekçisi küresel evangelist, Siyonist sermayenin tetikçisi İsrail ve şürekâsı tespitini yapalım.
İki arda bir derede, kimlik bunalımı yaşamak zorunda bırakılan Kürt gençliğini kazananlar listesinin başına yazalım.
Elbette Türk devleti, ekonomisi ve Türkiye Yüzyılı vizyonu kazandı.
Tüm barışseverlerle beraber, bölgesel barış ve bölge halkları kazandı.
Türkiye ne mi kazandı? Şehitlerin yeri doldurulamaz ama gençliğini, geleceğini, halkını, itibarını, huzuru, en önemlisi zamanı kazandı. Gelecek Türkiye’nin olacak.
Gelinen noktayı hazmedemeyip ama’lı, eğer’li cümleler geveleyen, sahte milliyetçi ve çakma solcular kendilerini yukardaki iki gruptan birine dâhil edebilirler.
Terörsüz Türkiye vizyonunun bu noktaya gelmesinde Sayın Devlet Bahçeli ve MHP camiasının hakkını teslim etmek lazım. Sayın Cumhurbaşkanımız ve hükûmetin kararlılığını, DEM heyetinin siyasi aktör olma azmini takdirle ve minnetle kaydetmek gerek.
Silahların yakılması dikkat çekiciydi, merak ettim. Bende iyi şeyler çağrıştırmadı. Ateşin Kürtler için varoluşu sembolize etmesindenmiş.
Silah bırakmanın 15 Temmuz haftasına denk gelmesi, terörle mücadele tarihi açısından ayrıca önemli.
Bugün gördüklerimiz, yaşadıklarımız, hamt vesile, şükür sebebi, emsalsiz bir duygu. Ancak bunu korumak çok daha büyük bir dikkat ve sorumluluk gerektirmektedir. Üstad Necip Fazıl’ı rahmetle analım: “Namaz camiden çıkınca, Hac Mekke’den dönünce, Ramazan Oruç bitince başlar.”
Bu noktaya nerden, nasıl geldiğimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olacağını umduğum bir hususu dikkatlerinize arz etmek için, biraz hatıralara dalalım.
Türkiye olağanüstü bir atmosferde Haziran 2011 seçilerine hazırlanıyor. Öcalan’ın idamı üzerinden Sayın Bahçeli ve o zaman Başbakan olan Sayın Erdoğan arasında görülmemiş bir gerginlik var meydanlarda. Mayıs 2010’da CHP Genel Başkanı merhum Baykal, bir kaset skandalıyla istifa ettirildi. MHP’nin A takımından, içlerinde Genel Başkan Yardımcılarının da olduğu 10 yöneticisinin, 21 Mayıs 2011’de yayınlanmaya başlayan kasetlerle siyasi hayatları bitti. Ak Partiyi zaten çantada keklik görülüyordu.
Millet iradesini ipotek altına almaya çalışan bu ahlaksızlığı boşa çıkartacak ve bundan sonraki siyasi hayatımızın şekillenmesinde hayati rol oynayacak sürpriz bir hamle geldi.
Anadolu irfanını mayalayan Hacı Bektaş-ı Velinin, Şeyh Edebali’nin, Mevlana’nın, Güşhanevi’nin asırlara sâri, muştu yüklü nefesini günümüze taşıyan, Sağduyu ve Server Yaşam Vakfının Onursal Başkanı Muharrem Nureddin Coşan Beyefendinin 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’ ne dair açıklamaları.
Her satırında şimşekler çakan, neyi murat ettiği, kimi kastettiği o karambolde ne sevenleri tarafından, ne Ak Parti camiasından, ne de ülkücüler arasında hakkıyla anlaşılamayan, herkesin abandone olup, saçma tepkiler verdiği o tarihi metin, buyurun.
Değerli Kardeşim, Aklını Kullan!
Nereye gidildiğini, yarın ne olacağını, canından çok sevip tercih edip büyüttüğün çocuklarını, istikbalini düşün, emekliliğinin, sonrasının, hayatının istemediğin, tasvip etmediğin bir düzeneğin içinde geçtiğini, heba edildiğini farket, bu duruma müdahale et, itiraz et, boş verme!
Anlamaya, görmeye çalış, doğruyla yanlışı ayır, duruşunu özünle birleştir.
Göz boyamalı, kısa vadeli, saman alevli, serap misali ağzına bal çalındığını, çalınanın aslında bal olmadığını, duygularınla oynandığını, oynananlardan bihaber gafil kaldığını gör!
Kafanı devekuşu gibi kuma gömüp yaşadığın ülkede değerlerinin buharlaşmasına kayıtsız kalma, “neme lazım” deme, “menfaatim” deme!
Maneviyat bahçemize dadanmış domuz sürülerini, sırtlanları, hain köpekleri, kurnaz tilkileri, leş kargalarını, kanımızı, canımızı, değerlerimizi, zenginliklerimizi emmeğe yeltenen sülükleri, asalakları silkele, sırtından at, kamburunu düzelt, el ele ver, gücünü topla, maneviyatını düzelt, iyileri bul, onlarla birleş, işbirliği yap, yanlışı düzelt!
Bunu daha önce yaptın. Güzeli seçtin, güzelleştin, güçlendin. Örnek oldun, öncü oldun, yol gösterdin, ilham kaynağı oldun, sevildin…
Isıttın, karanlık asırlara güneş oldun aydınlattın. Çağ atlattın. Susuz yüreklere su serptin, serinlettin. Umut oldun, çare arayan biçare insanlığa, tarih yazdın altın harflerle dimağlara.
Şimdi silkin, şimdi uyan, dengeleri boz. “Bozkurtlara” fırsat ver, yol ver, OY ver. Çeki düzen versin, destek olsun dostlara, fayda versin, tek yürek olsun iyiler.
“Sagduyu’nun” mevcut hükümeti kuran partiye ilk genel seçimlerinde tek başına iktidar olmasıyla sonuçlanan verdiği şartlı destekle bile, hala, maalesef insanlık için, inananlar için beklenenleri gerçekleştiremeyen Sayın Başbakan, MHP’li kardeşlerin barajı aşamayacağını bekliyor. Haydi! Yalnız bırakmayalım meydanda özgürlükler vaad edegelen arkadaşı. MHP’li kardeşlerim, barajı aşın da, sizinle birlikte, daha önce söz verip de yerine getiremeyenler için bir telafi fırsatı doğsun.
Birleşsin güçler def etsin akbabaları, şanımız yürüsün cihanda.
Sefillere uşak olmayalım.
Çünkü, kölesiyiz, Razı olsun âlemlerin Efendisi bizden.
